Gönderen Konu: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh  (Okunma sayısı 42952 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #80 : Aralık 14, 2009, 07:59:41 »
  Bunun adının Geyik Muhabbeti olduğunu sanmıyorum hiç Selim. Çarpışma ise sadece cephede olmaz. Türkiye'nin en önemli eksiği zaten haklı olduğu yerlerde sessiz kalması ve kendini anlatamaması değil mi?

Toyota Club Türkiye

Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #80 : Aralık 14, 2009, 07:59:41 »

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Hiperaktif Toyotacı
  • ***
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: A+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #81 : Aralık 14, 2009, 10:19:16 »
Allah rahmet eylesin. ailelerine sabır versin. Bana da İntikam Gününü Nasip etsin ........

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Hiperaktif Toyotacı
  • ***
  • EY ÖZENTİ GENÇLİK! TİTRE VE KENDİNE GEL!
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: B+
  • 6 kere teşekkür etti
  • 6 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #82 : Aralık 14, 2009, 10:38:35 »
Sis geyik muhabbeti yapıyorsunuz. Karşınızdakiler kurşun atıyor....

siz derken ? bence Türkiye'de siz biz yok sanırım sence var ? geyik diyorsun fakat Hakan hocamda söylemiş sana göre geyik bize göre tepki her alanda her bölgede her ortamda konuşacaksınki tepkiyi görsünler fikrimizi zikrimizi bilsinler ayaklarını denk alsınlar...
Erdinç AKIN
2002 Toyota Corolla 1.4 vvt-i
B Rh+

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #83 : Mart 12, 2010, 23:34:54 »
  Bu haftanın önemini hatırlamakta fayda var.

 

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Efsane Toyotacı
  • *****
  • E12 HB Corolla D-Sport 2.0 D4D (Tek Kapı)
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: A+
  • Kilometre: 332000
  • Model Yılı: '02
  • 208 kere teşekkür etti
  • 421 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #84 : Mart 12, 2010, 23:39:38 »
Sis geyik muhabbeti yapıyorsunuz. Karşınızdakiler kurşun atıyor....


SİZ  yerine SİS yazan birinin bunca yazılan yazıya geyik demesini garipsemedim doğrusu....


Evet Hakan abicim bana göre tarihimizin en önemli olaylarından ilkler arasındadır....  Hayalimiz vardı çanakkale TCT çıkarması yapacaktık :(  Keşke bu yıl nisan ayında filan yapabilsek :(

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #85 : Mart 12, 2010, 23:42:53 »
  İnşallah. Bunun üzerine artık ciddi ciddi düşmek gerekir. Bu bizler için bir görevde olmalı.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Bilgi Paylaştıkça Büyür ~
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #86 : Mart 18, 2010, 08:17:08 »
Bulutlar sarmıştı her yanı,
Kapkara bir geceydi,
Yağmur,bardaktan boşalırcasına,
Sağnak gibi yağıyordu,
Yedi düvelin gemilerinden yükselen,
Top,tüfek sesleri,
Her yanı inletiyordu,
Mustafa Kemalin askerleri,
Aslanlar gibi dövüşüyordu,
Ve Çanakkale kahramanca,
Düşmana selam veriyordu,

Kükrüyordu tepeden,
Mustafa Kemal,
Vatanıma ayak basacaksa düşman,
Yaşamanın ne gereği var,
En son nefer ölünceye kadar,
Dövüşeceksiniz aslanlar,
Görecek bütün dünya,
Ne aslanlar doğururmuş,
Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.
Dünyanın en zengin dili olan Türkçemizi Turkcheleştirmeyelim,
Yabancı kelimelerin TÜRKÇE karşılığı yok mu?
Kısaltmalar kullanarak Türkçemizi YOZLAŞTIRMAYALIM,
Lütfen Turkche değilde, TÜRKÇE konuşalım...
Teşekkürler...  :)

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #87 : Mart 18, 2010, 08:39:40 »
  İzninle konuyu Şehitlerimiz başlığı altına taşıyorum Barış.
 Bu farkındalığın ve duyarlılığın daha da geniş kitlelere yayılması dileğiyle.

 Tüm Şehitlerimizi buradan ve özellikle bu günde birkez daha anıyorum.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Bilgi Paylaştıkça Büyür ~
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #88 : Mart 18, 2010, 08:41:56 »
Sorun yok abi Kusura bakma yeniyim :)
Dünyanın en zengin dili olan Türkçemizi Turkcheleştirmeyelim,
Yabancı kelimelerin TÜRKÇE karşılığı yok mu?
Kısaltmalar kullanarak Türkçemizi YOZLAŞTIRMAYALIM,
Lütfen Turkche değilde, TÜRKÇE konuşalım...
Teşekkürler...  :)

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Efsane Toyotacı
  • *****
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
  • 2 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #89 : Mart 18, 2010, 08:48:09 »
Barış seni can-ı gönülden takdir ve tebrik ediyorum. Gerek bu saatte bize böylesine yüce bir konuyu hatırlatman, gerek turkche üzerindeki hassasiyetin beni neslim adına gururlandırdı. Alkış yetkim elimden alınmasaydı seni alkışlamak isterdim. :alkis:

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #90 : Mart 18, 2010, 08:53:21 »
  Bence çok önemli bir konuya değinmişsin Barış, herkese örnek olmasını dilerim. Hayat sadece eğlenceden ibaret değildir. Sizlerin yaşlarında gneçler o sorumluluktan kaçmamışlar ve gerek Çanakkale'de, gerek Kurtuluş savaşında yurdun tüm sathında, gerek ise Güney Doğuda Şehitlik mertebesine ererek bunuda göstermişlerdir. Tabi görevleri başında hayatını kaybeden diğer tüm şehitlerimizide unutmamalıyız.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Bilgi Paylaştıkça Büyür ~
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #91 : Mart 18, 2010, 08:58:42 »
Evet Örnek Olabildiysem Ne mutlu bana..

   Vatan Bayrak Namus bize
     
Dünyanın en zengin dili olan Türkçemizi Turkcheleştirmeyelim,
Yabancı kelimelerin TÜRKÇE karşılığı yok mu?
Kısaltmalar kullanarak Türkçemizi YOZLAŞTIRMAYALIM,
Lütfen Turkche değilde, TÜRKÇE konuşalım...
Teşekkürler...  :)

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Efsane Toyotacı
  • *****
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
  • Model Yılı: '02
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #92 : Mart 18, 2010, 09:09:57 »
Forumu dolaştım ama, bugün Çanakkale'yle ilgili açılmış bir konu göremedim.Kimler ne düşünüyorlar öğrenelim..

Bugün bize bu toprakları bırakan aziz atalarımızın ruhu şad olsun..
SIU Corolla T-Sport

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Bilgi Paylaştıkça Büyür ~
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #93 : Mart 18, 2010, 09:11:19 »
Ben bir şiir paylaştım.
Dünyanın en zengin dili olan Türkçemizi Turkcheleştirmeyelim,
Yabancı kelimelerin TÜRKÇE karşılığı yok mu?
Kısaltmalar kullanarak Türkçemizi YOZLAŞTIRMAYALIM,
Lütfen Turkche değilde, TÜRKÇE konuşalım...
Teşekkürler...  :)

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Hiperaktif Toyotacı
  • ***
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Kilometre: 180
  • Model Yılı: '14
  • 175 kere teşekkür etti
  • 129 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #94 : Mart 18, 2010, 09:19:03 »
Çanakkale Savaşları denileince aklıma hep şu yazı gelir ve her sene paylaşırım:

"ÇANAKKALE" DE ALMANLARIN NİYETİ”
Yrd. Doç. Dr. İsmet GÖRGÜLÜ
Başkent Üniversitesi


GİRİŞ
Çanakkale Zaferi ile övünürüz. Hakkımızdır. Bu zafer için verdiğimiz normal üstü insan kaybımızla da üzülürüz. Üzülürüz ama genelde bunu savaşın bir gereği gibi görür ve kabulleniriz. Acaba bu savaş, verdiğimizden daha az insan kaybı ile sonuçlandırılamaz mıydı veya neden bu kadar fazla insan kaybettik, gibi soruların üzerinde durmayız. Bunun hesabını sormayız.

8,5 ay süren Çanakkale Muharebeleri'nde, yaklaşık 4 yıl süren Kurtuluş Savaşında kaybettiğimiz insanın 10 katını kaybettik. Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama Çanakkale'de kaybettiğimizin 10'da biri ile Türk neslinin hayatını, vatanını ve bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki kaybımız normal değildir, normal üstüdür, aşırıdır.

Aşırı insan kaybımıza sebep de, Çanakkale Muharebeleri'nde Türk ordusunun içinde yer alan az sayıdaki Alman komutanlar ve başta bu muharebeleri yöneten Alman Ordu komutanıdır.

Alman komutanlar zaferin bedelini ağırlaştırmışlardır. Türk ordusunun daha fazla kayıp vermesine sebep olmuşlardır. 5. Ordu Komutanı Alman Liman Paşa, uyguladığı savunma şekli ile, Gelibolu Yarımadası'nı, üzerine arıların üşüşmesini sağlayacak bal peteğine çevirmiştir. Karşılığında yarım milyon İngiliz, Fransız askerini bu petekte tutmuştur ama bunun bedelini Türk'e kanıyla ödetmiştir.

Liman Paşa'nın Türk komutanların hazırladığı savunma planını değiştirerek, düşmanın kıyıya çıkmasına imkan vermesi ve sonrasında da Alman tümen ve kolordu komutanlarının hiçbir taktik esasla bağdaşmaz şekilde, olur olmaz, gece gündüz, sık sık karşı taarruzlar yaptırmaları, Türk'ün aşırı kayıp vermesinin esas nedenidir. Çünkü bu karşı taaruzlar düşman makinalı tüfeklerinin biçici ateşlerine karşı yapıldı. Her bir karşı taarruz 5-10 bin Türk'ü alıp götürdü. Çanakkale'de taarruz eden düşman olmasına rağmen, Türk ordusu düşmandan 4-5 kat fazla taarruz etti.

Türk ordusu Türk komutanların hazırladığı savunma planı ile bu muharebeye başlasaydı, "Çanakkale" birinci günde "18 Mart"ta ki gibi, İngiliz ve Fransız'ın yenilgisi ile sonuçlanırdı. Böyle olunca da Suriye-Filistin ile Irak cephelerinden kuvvet çekmeye, Kafkas cephesinin zararına düzenlemeler almaya gerek kalmaz ve bu cephelerdeki kuvvetler zayıflamamış olurdu. En önemlisi de, on kere Türk Kurtuluş Savaşı yapacak sayıda kayıp verilmemiş olunurdu.
ALMANLAR'IN NİYETİ
Alman'ların Çanakkale Muharebeleri'nde güttükleri niyeti, belgelerde, kaynaklarda açık olarak görmeyi beklememek gerekir. Çünkü bir devlet diğerine karşı gerçek niyetini genelde örter, anlaşılmamasını ister. Bu ancak uygulanan politikaların analizi ile ortaya çıkarılabilir. Örneğin; Birinci Dünya Savaşında Almanya'nın Türkiye'yi sömürge yapmak istediğini, Alman belgelerinde göremiyoruz. Ancak o dönemi yaşayanlardan ve analiz yeteneğine sahip olanlardan; Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Ali İhsan Sabis gibi; öğreniyoruz ki Almanya Türkiye'yi sömürgesi yapmak istemiştir. Savaş içinde Türkiye'ye yönelik uygulamaları da bunu doğrulamaktadır.

"Çanakkale" deki niyetlerini de uygulamalarını irdeleyerek belirleyeceğiz. Asıl irdelemeyi bir sonraki maddede yapacağız ama burada birkaç nokta üzerinde duralım ve niyetlerini ortaya koyalım.

Çanakkale Muharebeleri'ni yapan 5. Ordu'nun 24 Mart 1918'de kurulmasına emir verilir. Ve komutanlığına Alman generali Türk mareşali Liman von Sanders atanır. Liman Paşa, bu ordunun kuruluşunun kendi gayreti ile olduğunu yazar ve şöyle der :
" Nihayet 24 Mart'ta Enver, Çanakkale bölgesinde 5. Orduyu teşkile karar verdi. Türk Genel Karargahına bu kararı verdirebilmek için benim harcadığım sürekli çabalara, son zamanlarda Alman Sefareti ile Amiral Şuson da katılmışlardı".1

Komutanlığa atanışı için de çok kısa açıklama yapar, aynı gün Enver Paşa'nın kendisine, 5. Ordunun komutanlığını önerdiğini ve derhal olumlu yanıt verdiğini belirtir.2

Burada dikkat çeken nokta; 18 Mart'ta Boğaz'a yapılan büyük saldırı ile yeni bir cephe olacağı kesinleşen Çanakkale'yi savunmak ve dolayısıyla Başkent'i, savunmak için kurulan bir ordunun başına bir Alman'ın getirilmesidir. Bu kişi Alman İslah Heyeti Başkanı'dır. 14 Aralık 1913'de İstanbul'a gelir, atama tarihine kadar olan ilişkilerinden aslında Osmanlı yönetimi pek hoşnut değildir, bazı sorunlar çıkarmış ve geçimsiz bir kişiliğe sahiptir. Emrinde çalışan Alman'lar Liman'ı şöyle tanımlarlar: "Almanya'da kolordu komutanlığı için uygun görülmeyen biri; nasıl biri olduğu, emrinde hizmet edecek iyi kimseleri kaçırtacak kadar Alman ordusunda bilinir; yabancı koşullara uymakta yeteneksizdir; çok gururlu ve çok kuruntulu öfkeli bir adam; karakter bakımından büyük makamlar için yetişmemiş; nezaketsiz ve kaba".3

Böyle bir kişi, Birinci Dünya Savaşı'nın ve devletin geleceğini etkileyecek bir göreve atanır. Bazı kaynaklar bu atamayı Enver-Liman çekişmesine bağlarlar; Enver Liman'ı sevmediği için İstanbul'dan uzaklaştırmak istemiş ve bu atamayı yapmış.4 Son derece önemli böyle bir atamanın gerekçesi bir geçimsizliğe indirgenemez. Aralarında bir sürtüşme, geçimsizlik olduğu kaynaklardan anlaşılıyor. Liman Paşa, başlangıçta Harbiye Nazırı, savaş başlayınca Başkomutan Vekili olan ve kendisinin de amiri durumunda olan Enver Paşa'ya tam itaat etmiyor, kendisini daha büyük görüyordu. Böyle bir ortamda Enver Paşa kendisini uzaklaştırmak istemiş olabilir. Çünkü savaş başlamadan önce Türk Harbiye Nazırlığında Liman'ın Almanya'ya iadesi ve yerine Goltz Paşanın gelmesi tartışılır.5 Ve sonunda Goltz Paşa gelir ama Liman da yerinde kalır. Bu da gösteriyor ki, olaya Türk tarafından baktığımızda, geçimsizliğinden dolayı Liman'ın uzaklaştırılması için bu atama yapılmış olabilir kanısı doğuyor. Ancak olaya Alman tarafından baktığımızda işin şekli değişiyor. Enver Paşa Liman Paşa'ya savaşın ilk aylarında Kasım 1914'te ve Sarıkamış Harekatı'ndan sonra Şubat 1915'te, iki defa Kafkas Cephesi'ndeki 3. Ordu Komutanlığını önerir.6 Liman Paşa reddeder. Aynı Liman Paşa, Mart 1915'te görev Çanakkale'de ordu komutanlığı olunca, kendi ifadesiyle "derhal müspet cevap verdim"7 olur. İşte buradaki soru şudur : Türk Başkomutanlığı, kendisine iki kere ordu komutanlığı önerdiği ve hayır yanıtı aldığı bir kişiye; ki bulunmaz Hint kumaşı değildir; üçüncü kez neden öneri yapıyor? Kafkas Cephesini iki kez reddeden Liman Paşa nasıl oluyor da konu Çanakkale Cephesi olunca hiç düşünmeden "derhal" kabul ediyor?

Bu soruların yanıtı için elimizde bir belge yok ama mevcut bilgilerin sentezi ile şöyle bir sonuca varılabilir. Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı devletinin başarısını Almanya'nın başarısına bağlamıştı. Bu nedenle müttefikin her dediğini yapar durumdaydı. Öyle ki Genelkurmay Başkanlığını bile bir Alman'a bırakabilmişti. İşte bu atamada da müttefik Almanya'nın bir sözlü ricası olmuş ve Liman Paşa da bu rica üzerine 5. Ordu Komutanlığına atanmış olabilir. Bu kanımızı, daha önce iki kez ordu komutanlığı önerisini reddeden Liman Paşanın da, 5. Ordu önerisini "derhal" kabul etmesi kuvvetlendiriyor.

Liman Paşa'nın Ordu Komutanı olması ile Almanlar Çanakkale Cephesindeki yönetimi ele geçirmiş olurlar. Ele geçirme Liman Paşa ile sınırlı değildir. Çanakkale Muharebeleri'nin başlangıcında; Boğaz tahkimatında önemli görevlerde Almanlar vardır; Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerinde Alman yoktur ama Kumkale bölgesinde iki tümenli kolordunun komutanı ve tümenlerden birinin komutanı Alman'dır. Mayıs 1915'ten itibaren Alman komutanların sayıları artar. Seddülbahir bölgesinde 2 tümen komutanı; 2 grup komutanı; 1 kolordu komutanı; Arıburnu ve Anafartalar bölgesinde 5 tümen ve 2 kolordu komutanı; Saros bölgesinde ordu komutanı Alman olur. Ayrıca kolordu, grup ve tümen kurmay başkanlıklarında ve topçu komutanlıklarında Alman subaylara görev verilir8

Bu görevlendirme doğal görülebilir. Çünkü müttefiktir, beraber savaşılmaktadır. Ama benzer yoğun görevlendirmeyi aynı dönemde aktif olan Kafkas, Filistin ve Irak cephelerinde göremiyoruz. 1915 yılında, Kafkas Cephesi'nde biri Ordu Kurmay Başkanı, biri Tümen Komutanı olmak üzere 2 Alman9, Filistin cephesinde biri Ordu, biri Kolordu Kurmay Başkanı, biri Tümen komutanı olmak üzere üç Alman10 komuta kademesinde bulunurken Irak cephesinde hiç Alman subay göremiyoruz.11

Bu bilgilerin bir anlamı olması gerekir. Bunlar Almanların Çanakkale'ye özel bir önem verdiklerini, Çanakkale'deki harekatı kendi düşüncelerine göre yönetmeye kararlı olduklarını, Türklere bırakmaya niyetli olmadıklarını gösteriyor.

Atatürk'ün Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale ve sonrasında iki buçuk yıl Kurmay Başkanlığını yapan İzzettin Çalışlar, günlüğüne şu notu düşmüş:
" 31 Mart 1915... 5. Ordu Kumandanı Liman Paşa, Sahil Müfettişi Usedom Paşa, Donanma Kumandanı Merten Paşa, Anadolu tarafındaki Kolordu Kumandanı Weber Paşa, Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa.

Almanlar Boğaz müdafasında emir ve kumandayı tamamen ellerine almak istiyor gibi gözüküyorlar"12.

Almanların Çanakkale'ye önem verişlerinin sebebini bir Alman kaynağında dolaylı olarak görüyoruz. 1927 yılında basılan, Alman arşivinin "Grosse Krieg" (Büyük Harp) isimli eserinin 9. cildinde, Çanakkale Muharebeleri anlatıldıktan sonra değerlendirme bölümünde şu ifadelere yer veriliyor:

"Çanakkale seferi 1915 yaz ve sonbaharı süresince bir çok düşman kuvvetlerini bağlamış ve (Avrupa) Batı cephesinden uzak bulundurmuştu. Buna karşı kullanılan Alman kuvveti hemen hiç idi. Türkiye, Alman Batı cephesine esaslı surette yardım göstermiş bulunuyordu.

İngilizler tarafından 410.000 ve Fransızlar tarafından 79.000 asker olmak üzere yarım milyon asker Çanakkale'ye karşı kullanılmıştı. Sekiz ay devam eden muharebelerde düşman 252.000 askerden fazla zayiat vermişti...

Liman Paşa'nın kararlı yönetimi de zaferde çok etkili oldu. Kendisine bu vazifesinde 500 Alman subay, memur, astsubay ve asker de yardım etmiştir. Bunlar kara ordusunda ve müstahkem mevkide çeşitli yerlere dağılmış bulunuyordu".13

Türkiye'nin Çanakkale Muharebeleri Alman Avrupa Batı cephesine önemli düzeyde yardım etmiş olması, dolaylı bir sonuç gibi gösteriliyor. Oysa, bu dolaylı bir sonuç değil, Çanakkale Muharebeleri'nden Almanların beklentisi idi. Çünkü, muharebeler incelendiğinde, buradaki Alman komutanların muharebe öncesinden itibaren bu düşünceye sahip oldukları, muharebeleri de bu düşüncenin gerçekleşmesini sağlayacak şekilde yönettikleri görülüyor. Onlar için önemli olan Gelibolu Yarımadası'nı düşmandan temizlemek değil, buraya daha fazla İngiliz ve Fransız kuvveti çekebilmek idi. Sıkışık durumda bulunan Avrupa'daki Alman Batı cephesi ancak bu şekilde rahatlatılabilirdi. Liman Paşa'nın savunma planı ve uygulamaları ile diğer Alman komutanlarının yönetimleri, bu kanıyı doğuruyor.
Ve diyoruz ki, Çanakkale Muharebeleri'nin yarım milyon İngiliz ve Fransız kuvvetini Avrupa Batı Cephesi'nden uzak bulundurması ve bu bölgeye bağlaması ile Alman Batı Cephesi'nin rahatlaması, bu muharebelerin bir sonucu değil, Alman açısından bir amaç idi. Almanların " Çanakkale' de niyeti de bu amacın gerçekleşmesi idi.

Bu yaklaşımımızı kanıtlayan Alman uygulamalarından bazılarını irdeleyelim.
ALMANLARIN NİYETİNİ AÇIĞA ÇIKARAN UYGULAMALARI
v Liman Paşa'nın Savunma Şeklini Değiştirme Ve Kıyıları Boşaltma Kararı
"ÇANAKKALE" de her şeyi değiştiren, muharebeleri uzatan, her iki tarafa yarım milyon insan kaybına sebep olan, Liman Paşa'nın Türk savunma planını değiştirmesidir. Ordu Komutanıdır, buna hakkı ve yetkisi vardır. Savaş sanatı matematik gibi değildir, şablonlara dayanmaz, yaratıcılık ister. Bunları kabul ediyoruz ama bizim burada irdeleyeceğimiz konu, Liman Paşa bu işi yaparken samimi mi, muharebe sahası koşullarının gereğini mi yaptı, yoksa Alman niyetinin gerçekleşmesine mi hizmet etti ?

Liman Paşa'dan önce Gelibolu Yarımadası'nda ve Anadolu yakasında savunma düzeni şöyle idi. Birlikler, kıyılar hattına yerleştirilmiş ve çıkarmayı daha düşman kıyıya çıkmadan önce su üstünde kırmayı ve kıyıya çıkarmamayı esas alan savunma sistemine göre düzen almışlardı. Çıkarmaya uygun yerler tahkim edilmiş ve buralar daha fazla kuvvetle tutulmuştu. Geride her birliğin ihtiyatı bulunuyordu, kuvvetin çoğunluğu kıyılarda idi.
Liman Paşa; 24 Mart 1915'te görev alır, 26 Mart'ta Gelibolu'ya gelir, 28 Mart'ta muharebe sahasını göreceğini bildirir ama gitmez.14 31 Mart'ta gider.15 Yanında Kolordu Komutanı Esat Paşa, 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami ve 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal olmak üzere, Kabatepe ve Alçıtepe'den muharebe sahasını görür.

İki tepeden muharebe sahasını görmekle, çıkarma planlarını yerinde incelemeden ve de Kolordu ve Tümen Komutanlarının düşüncelerini almadan, alınmış düzenin gerekçelerini dinlemeden, arazi üzerinde emrini verir ve savunma şeklini 31 Mart'ta değiştirir. Bu acelecilik nedendir? Ayrıntılı incelemeden, tartışmadan, önyargılı olduğu anlaşılan böyle önemli bir değişikliği, "ben yaptım oldu" anlayışı ile örtmesinin sebebi nedir?

Atatürk, Arıburnu Muharebeleri Raporu'nda muharebenin kaderini değiştiren bu olayı anlatır. İki paragrafını verelim :
" Liman Paşa, 9. Tümen tarafından, doğrudan doğruya sahilin müdafaası bakış açısıyla alınmış olan tertibatı tasvip etmedi. Adı geçen, sahili zayıf birliklerle gözetlettirerek büyük kısımları geride bulundurmak ve düşman karaya çıktıktan sonra gerideki ihtiyatlarla ve süngü hücumu ile karaya çıkacak olan düşmanı denize dökmek görüşünü tavsiye ediyordu. Buna dayanarak yeniden alınmasını emrettikleri düzen bu bakış açısına göre olacaktı...

Karargahlarımıza dönüşte 9. Tümen Komutanı yanıma gelerek alınması emredilmiş olan yeni tertibat şeklinin kendisine güven vermediğini söyleyerek bu konudaki görüşümü sordu. Ben de sahilin yalnız gözetlenmesiyle yetinilmesi fikrine öteden beri karşı olduğumdan, adı geçen komutana o yolda düşünce ve değerlendirmelerimi açıkladım. Bunun üzerine 9. Tümen Komutanı tarafından Kolorduya raporla istirhamlarda bulunulmuştur"16

Görüldüğü gibi Arıburnu ve Seddülbahir gibi asıl çıkarmaların yapılacağı bölgeyi savunmakla görevli Tümen Komutanı Albay Halil Sami'nin bile görüşü alınmamış, bu komutan aldığı emrin arkasından ancak yazı ile düşüncelerini bildirebilmiştir. Bildirmiş, yani itiraz etmiş ama kararı değiştirememiştir.

Başkomutanlık dahi karşı görüştedir. 5. Ordunun bildirmiş olduğu savunma ana fikrine Enver Paşa 4 Nisan 1915'te verdiği cevapta, karşı görüşte olduğunu bildirir ve şunları der:
" ... Düşmanın Seddülbahir Yarımadası köşesiyle Kumkale'ye karşı çıkarma yapmasını kuvvetle muhtemel görüyorum. Düşman köşelere yerleşip kendisini tahkim ettikten sonra gemi ateşleri himayesi altında, oradan sökülüp atılmaları çok zordur. Dolayısıyla buralardaki kuvvetlerimizin hemen takviyesiyle düşmanın yerleşmesine fırsat vermemek fikrini uygun bulurum. Her mıntıkada olduğu gibi Anadolu tarafında da bir çıkarma esnasında düşmana taarruz edilmesi fikrindeyim. Ayrıca düşmanın bir gün zarfında bize üstün kuvvet çıkarabilmesi güçtür...".17

Başkomutanlık böyle diyor, bölgedeki Türk komutanlar hayır diyorlar ama sonuç değişmiyor. Çünkü Liman Paşa kıyıları boşaltma, düşmanın çıkmasına izin verme kararına bölgeye geldikten, durumu gördükten sonra ve 31 Mart'ta emrini verdiği gün ulaşmış değildir. Bu karara büyük olasılıkla Ordu Komutanı olmadan önce ulaşmış, daha doğrusu kendisine dikte edilmiştir. Şimdi belirteceğimiz, bunu kanıtlar niteliktedir. Başkomutanlığın sözünü ettiğimiz 4 Nisan 1915 tarihli telgrafının giriş cümlesi şöyledir :

"13 Mart 1331 tarihli 7 numaralı mütalâanızı okudum..." 13 Mart tarihi miladi 26 Mart'tır. 26 Mart'ta bu kişi, Ordu karargahını kuracağı Gelibolu'ya gelir. O gün yerleştiğini ve karargahını kurduğunu kendisi anlatır.18 Yine kendi anlatımıyla 24 Mart öğleden sonra geç vakit görev alır, 25 Mart gündüz hazırlık yapar ve akşamında vapurla İstanbul'dan ayrılır.19 26 Mart'ta da, yani Gelibolu'ya geldiği gün, Türk ordusuna çok pahalıya mal olan savunma planını, Başkomutanlığa telgrafla bildirir. Telgrafın metni üç büyük kitap sayfasıdır.20

Bir ordunun savunma ana fikrini ve harekat tasarısını hazırlamak, ayaküstü yapılacak bir iş değildir.
İYİ şoför, herhangi bir durumda, iki şoförden birinin durması, ya da yavaşlaması gerekiyorsa, 'Hak, kural' falan demeden, ilk davranan, arabasının kaderini başkasına bırakmayandır.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Hiperaktif Toyotacı
  • ***
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Kilometre: 180
  • Model Yılı: '14
  • 175 kere teşekkür etti
  • 129 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #95 : Mart 18, 2010, 09:20:37 »
Zaman ister. En azından muharebe sahasının etüdünü, düşman durumunu ve imkan ve kabiliyetlerinin muhakemesini, Türk kuvvetlerinin durumunun ve ne yapabileceklerinin incelenmesini gerektirir. Liman Paşa, bunları ne zaman yapmıştır? Kimlere yaptırmıştır? Yanında sadece Kurmay Başkanı vardır, henüz karargahı gelmemiştir.21 Araziyi incelememiştir, Türk kuvvetlerini görmemiştir. Uygulanan savunma düzenini incelememiştir.

Bu bilgiler çok açık olarak gösteriyor ki, Liman Paşa daha Gelibolu'ya gelmeden, Alman niyetini gerçekleştirecek savunma düzenine karar vermiş ve bu kararla bölgeye girmiştir.

Bu durumu, Çanakkale'de Liman Paşanın karargahında görev yapan ve Alman İslah Heyetinin de üyesi olan Carl Mühlmann, kitabında üstü kapalı doğrular.
" Gelibolu'da yapılacak bir sürü iş Generali (Liman) bekliyordu. İlk iş olarak mevcut kuvvetleri gaye ve maksada elverişli bir surette tertip etmek lazımdı.".22
Hangi gayeye, hangi maksada yönelik olarak savunma şekli değiştirilecek, bu açıklanmıyor. Ama açıklanan bir şey var. Bu iş, ilk iştir. İlk iş olduğuna ve bölgeye gelir gelmez yapılacağına ve yapıldığına göre, ilk işin kararı bölgede değil, İstanbul'da ve hatta büyük olasılıkla Berlin'de verilmiştir.

Olayların gelişiminden anlaşılıyor ki; bu kararın hazırlığı İstanbul'da masa başında yapılmış; her şey hazır olduğuna ve bir günde bir ordunun planı hazırlanamayacağına göre bu işler 5. Ordunun kurulma kararından önce yapılmış; 5. Ordunun kurulması için yoğun çaba harcayanlar ise Liman Paşa'nın açıklaması ile kendisi, Alman sefareti ve Osmanlı Donanma Komutanı Amiral Şuson23 olduğuna göre; bu karar ve hazırlığı sadece Liman Paşa tarafından değil, Alman'lar tarafından yapılmıştır.

Almanlar; Çanakkale'de bir ordu kurdurttuğuna, bu ordunun başına bir Alman geçirttiğine, daha ordu kurulmadan Çanakkale'de uygulanacak savunma şeklini belirlediklerine, bu savunma şeklinin İngiliz ve Fransızların kıyıda tutunmasına imkan verdiğine, kıyıdan atılmamak için daha fazla kuvvete gereksinim duyup bölgeye kuvvet yığmalarını sağlayacağına göre; Alman'ların Çanakkale'de niyeti daha önce açıkladığımızdır. Savunma şeklinin değiştirilmesi de, Çanakkale'yi daha kuvvetli savunmak için değil, niyetlerini gerçekleştirmek içindir.

Kıyıları Boşaltmanın Gerekçesi ve Tutarsızlığı
Liman Paşa, değiştirdiği savunma şeklini şöyle savunuyor:
"Cephe geniştir. Düşman çok üstün deniz kuvvetlerinin desteğinde herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir. Çıkarma yerinin şimdiden ve doğrulukla kestirilebilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan kıyı savunmasını her yerde kuvvetli tutmak ve düşman çıkarmalarında engel olabilecek yeterlilikte sabit düzenler aldırmak düşünülemez. Buna karşılık, karaya çıkan düşman kuvvetlerini esnek bir güvenlik perdesiyle karşılamak ve derinlikten hızla yetiştirilecek ihtiyat grupları ile taarruz ederek denize dökmek mümkün ve çok daha uygundur. Esasen, kuvvetlerin çoğunu kıyılar hattında bulundurmak, onları düşman donanmasına ezdirmekten başka bir şey değildir.24

Liman Paşa'nın 31 Mart'ta değiştirdiği savunma şeklinin esası; kıyılar hattı gözetleme postaları ve güvenlik karakolları ile örtülecek; yani kıyıda savunma yapılmayacak, kıyıdakiler düşmanın nereye çıktığını haber verecekler; tümenlerin büyük kısımları, düşman donanma topçusunun etkili menzili dışında toplu bulundurulacaktı. Bunun gerekçesi de; çok üstün olan donanma ateşinden korunmak, geniş bir cephenin her yerine yetmeyen kuvvetleri serbest manevra olanakları içerisinde kullanabilmek, savunmaya oynak ve esnek bir nitelik vererek etkinlik kazandırmaktı.25
Bu uygulamanın ana fikri; düşmanın nerelere çıkarma yapacağı önceden bilinemeyeceği için, önce düşmanın çıktığı yerleri görmek, çıktığı yerlere güçlü ihtiyatlarla taarruz etmek ve çıkanları denize dökmekti. Bunun anlamı, düşman henüz su üstünde bocalarken bastırıp yok etmek yerine, çıkması beklenecek ve çıktıktan sonra taarruz edilecekti.

Liman Paşa'nın dayandığı gerekçeleri tek tek ele alalım ve irdeleyelim:
1. Düşman herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir; nereye, nerelere çıkabileceği önceden kestirilemez
Kuvvetleri kıyıdan çekmesinin önemli nedenlerinden biri budur. Cephe geniştir, her yere çıkabilir, her yeri savunamayacağımıza göre, geride bekleyelim, hiçbir yeri savunmayalım der.

Bir komutan, özellikle bir ordu komutanı, yöneteceği bir harekâtta, düşmanın ne yapabileceğini kestiremiyorsa, o an o görevi bırakmalıdır, bıraktırılmalıdır. Bu iş kurmaylık eğitiminin "a,b,c" sidir. Düşmanın ne yapabileceğine karar verememesi kapasite yetersizliğinden olabilir ama Almanya'da tümgeneralliğe yükselmiş birinin kapasitesizliği düşünülemez. Öyle olsa bile karargahı var, kolordu ve tümen komutanları var. Bunlardan yararlanabilir. Bunu da yapmadığı anlaşılıyor. Kolordu Komutanı Esat Paşa, düşmanın ne yapabileceğine karar vermiş ve kendisinden önce buna göre savunma düzeni almıştı. Yani kararsızlığa düşmemişti. Ayrıca Yarbay Mustafa Kemal, daha 18 Mart'tan evvel, düşmanın nereye çıkabileceğini, harekâtın nasıl gelişeceğinin tasarısını hazırlıyor ve komutanlarına aktarıyor.26 23 Mart'a kadar Eceabat Bölge Komutanı, yani Arıburnu ve Seddülbahir bölgesinden sorumlu komutan olarak, yaptığı değerlendirmeye göre savunma düzeni alıyor. 23 Mart'ta bölgesini devralan 9.Tümen Komutanı Albay Halil Sami de, Mustafa Kemal'in aldırdığı düzeni uygun buluyor ve aynı düzenle savunmasını kuruyor.27 (Liman Paşa'nın değiştirdiği savunma şekli, bir bakıma Mustafa Kemal'in kurduğu şekildir.)

Görüldüğü gibi her üç Türk komutan da, düşmanın ne yapabileceği konusunda kararsızlık yok, nerelere çıkabileceğini değerlendiriyorlar ve ona göre kıyıda kuvvetli olacak şekilde savunma düzenlerini alıyorlar.

Liman Paşa'ya dönersek, düşman herhangi bir bölgeye çıkarma yapamaz. 100 km.lik kıyı hattı varsa, bunun her km.si aynı oranda çıkarma riskine veya imkanına sahip değildir. Önce coğrafya izin vermez. Coğrafyanın izin verdiği yerlerde, gene aynı riskte olamaz. Çünkü yapılacak çıkarmanın bir maksadı, bir hedefi olur. Bu yapılacak çıkarmanın maksadı ve hedefi de gayet açıktır. 18 Mart'ta donanması ile açamadığı Çanakkale Boğazı'nı açmak ve bunu sağlayacak Boğaz tabyalarını ele geçirmek. Düşmanın maksat ve hedefi belirlendikten sonra, ikinci soru, bunu sağlamak için nerelere çıkabileceğidir.
Mustafa Kemal, bu muhakemeyi basit ve anlaşılır şekilde yapar. Devamını alıntılarla sürdürelim.

"Düşmanın... büyük kuvvetlerle ciddi olarak çıkarma teşebbüsünde bulunacağına kesin olarak hüküm vermiştim. İncelemelerime göre, düşmanın çıkarma için seçeceği sahil... Seddülbahir ve Kabatepe ile kuzeyi ve güneyi idi...
Düşman Seddülbahir bölgesini boydan boya (donanmasıyla) ateş altında bulundurabilmek imkanına sahipti... Düşman bu bölgeye çıkmayı ve Alçıtepe'yi elde etmeyi başardığı taktirde, Boğaz'ın girişinden itibaren önemli bir bölümüne sahip olmuş olacaktı. Alçıtepe'ye yerleştireceği bataryalarla, ... Boğaz bölgesinin her iki tarafındaki bataryalarımıza etkili olacak ve özellikle Rumeli kıyısındaki bataryaları tahrip edecek ve donanmasını da Boğazın içine sokarak ortaklaşa maksatlarını gerçekleştirecekti.
(Bölge donanma ateşine açık olduğundan) takviye için hareket edecek kuvvetler, Alçıtepe'den sonra gözden ve ateşten korunma imkanı olmayan düz bir bölgeyi geçmek mecburiyetinde bulunacaklar. Dolayısıyla düşmanı Seddülbahir'e çıkmaktan men edebilecek kuvvet, doğrudan doğruya, kıyıda savunma mevzilerine yerleştirilmiş olan kuvvetten ibaret kalacaktı.
Bu kuvvet; önemli düşman teşebbüsüne karşı koyacak kadar olmaktan ve kendisini donanma ateşinin yıkıcı etkilerine karşı koruyacak ve ancak düşman piyadesinin sahile yaklaşması ve kıyıya çıkması anında faaliyete geçebilecek tedbir ve tertiplerden mahrum bulunursa, tehlikenin bertaraf edilmesini zor görüyordum...

Kabatepe ve yakın kıyıları hakkında da düşündüğüm noktalar şunlardı: Bu kıyı bölgesi Boğaz'ın gerçekten kilidi olan Kilitbahir'e pek yakın bulunuyor. Düşman baskın tarzında buralara çıkarma yaptığı ve kendisini durduracak kadar kuvvetlerle karşılaşmadığı takdirde, doğrudan doğruya Eceabat ve Kilitbahir'e el atmak suretiyle en seri olarak maksadına ulaşabilirdi... Dolayısıyla Seddülbahir bölgesi için düşündüğüm gibi, bu bölgenin de kıyı üzerinde yeter miktarda kuvvetle doğrudan doğruya savunulmasını gerekli görüyordum.

Düşmanın Anadolu tarafında Menderes bölgesine kuvvet çıkarmasını muhtemel ve tehlikeli görmüyordum... Menderes sahiline çıkacak kuvvetler... Boğaz'ı kontrol altına alacak hatta gelinceye kadar, uzunca bir mesafede, çeşitli arazi engellerinden istifade edebilecek kuvvetlerle durdurulacak ve en sonunda Çanakkale'nin güney cephesinde savunma değeri yüksek bir savunma hattıyla karşılaşacaktır. Düşman bu tarafta, en çok güvendiği donanmasından da, Seddülbahir ve Kabatepe kıyılarında olduğu gibi istifade edemez. Düşmanı daha ileride olmasa bile, söz konusu savunma hattında durdurabilecek kadar ihtiyat kuvvetinin bulundurulmasını yeterli görüyordum.

Düşmanın Bolayır tarafına bir kuvvet çıkarmasını ihtimal dışında görmüyordum. Ancak bu tarafa gerçekleşen çıkarma; Seddülbahir ve Kabatepe bölgelerine çıkarılacak kuvvetlerin güvenliği ve maksadın kolaylaştırılması için tali bir çıkarma olabilir. Bu nedenle, böyle bir tali maksadı tatmin, hakiki maksada ayrılacak kuvvetin israfına yol açacaktı...".28

Muharebe gerçekten Atatürk'ün tasavvur ettiği şekilde cereyan etmiş, karşı taraf planını bu mantık üzerine kurmuş, Atatürk'ün değerlendirdiği yerlere çıkmış, Seddülbahir bölgesini asıl çıkarma yeri olarak seçmiş, Atatürk'ün önemle üzerinde durduğu Alçıtepe'yi ilk günde ele geçirmeyi planlamış; Kabatepe-Arıburnu bölgesini Seddülbahir'deki harekâta yardım için kullanmış, iki koldan Boğaz tahkimatını ele geçirmeyi hedeflemişti. Saros, Kumkale ve Beşiğe bölgelerini aldatma ve gösteri için kullanmıştı.

İşte Liman Paşa'nın yapması gereken buydu ve son derece basit bir muhakeme idi. Düşmanın amacı ve hedefi nedir, bunu gerçekleştirmek için nerelere çıkabilir? Bu iki sorunun yanıtı, problemi çözüyor ve her yer çıkarma yeri olmaktan çıkıyor, elde Arıburnu ve Seddülbahir bölgeleri kalıyor.

Muhakemenin basitliğini kanıtlamak ve Liman Paşa'yı yalanlamak için, Alman arşivinin resmi yayınından bir paragraf verelim:
"Yarımada'nın kuzeydoğu sahilinde bazı yerler sarp olduğundan çıkarmaya müsait değildi. Bir kısım sahil ise çıkarmaya müsait olmakla beraber hemen biraz geride arazi sarplaştığından karaya çıkan düşmanın ilerlemesi güçtü. Bir çıkarma için en müsait bölge Yarımada'nın güney kısmı idi. Bu bölgeye yapılacak çıkarmaya donanmanın ateş ile yardım etmesi için de durum daha müsaitti. Yarımada dar olduğundan en yüksek yerlere hakim olan taraf diğer taraftaki sahilleri elde etmiş sayılabilirdi. Bu durumda düşman tarafından en yüksek noktaların elde edilmesiyle Boğaz tahkimatına ve Boğaz'a hakim olmak mümkündü".29
Görüldüğü gibi Alman tarih yazarları dahi Türk komutanlar gibi değerlendirme yapıyor.

Peki, Liman Paşa bu muhakemeyi yapamayacak birisi midir? Kesin kanımız hayır. Neden kesin kanımız diyoruz? Çünkü kitabında yaptığı değerlendirmeyi verir. Değerlendirme yapmıştır ama uygulaması değerlendirmesine göre değildir.30 Bu durumda geriye; Alman niyetini gerçekleştirmek için kıyıdaki kuvvetleri geriye çekmenin bir kılıfı olarak, kararsızlık tablosu çizmiştir; kanısı kalıyor. Bu kararsızlığının dürüst olduğuna inanmıyoruz.

2.Birlikleri Donanma Ateşinden Korumak İçin Geride Korumalı Bir Yerde Toplu Tutmak ve Çıkarma Olan Yerlere Taarruz etmek
Liman Paşa, birlikleri donanmanın ateşinden korumak için geriye alıyor ama bu birliklerin taarruz için ilerlemeye başladıklarında, açık arazide donanmaya hedef olacaklarını göz ardı ediyor. Aslında edemiyor, durumun böyle olacağının kendisi de farkındadır. Kitabının bir sayfasında, birlikleri donanma ateşinden korumak için kıyıdan geriye çektiğini yazarken aynı yaprağın arka sayfasında bakın ne diyor:
"Birliklerin talimlerini tertiplemek bile, belirli bir zamana ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü, düşman harp gemileri, her gördükleri yerde, birliklerimiz üzerine ateş açıyordu. Hatta tek başına giden bir yayanın veya süvarinin dahi üzerine ateş açıldığı oluyordu... Sahra Tahkimatını geceleri pekiştiriyorduk...".31

Bu anlatılan muharebeden öncedir, hazırlıklar sırasındadır. Bu durumu yaşayan ordu komutanının başka bir niyeti olmasaydı, ilk verdiği emrin yanlışlığını anlayıp düzeltmesi gerekirdi. Ama yapmaz. Hazırlık döneminde birlikleri gece çalıştırdığı gibi, muharebe başlayınca taarruzların gece yapılmasını emreder. Ancak bu da olumlu sonuç vermez. Düşman araziyi gemilerin ışıldakları ile aydınlatır. Hareket edenler hedef haline gelir.

Geride toplu tutulan birlikler, çıkarma olan yerlere yetişmek için uzunca bir mesafeyi, 7-15 Km., yürümek zorundadır. Bu yürüyüş, donanmanın ateşi altında yapılacaktır. Kayıpları artıran nedenlerden birisi de budur.

Görüldüğü gibi bu gerekçenin de hiçbir anlamlı ve mantıklı yönü yoktur. Birlikler, Atatürk'ün dediği gibi kıyıda siperlerde ve tahkimat içinde bulunsalar, daha korumalı olacaklar, daha az kayıpla ve düşmanı kıyıya çıkarmadan görevlerini yapmış olacaklar.

O halde neden böyle yapıldı? Bizce konu şüpheye yer vermeyecek şekilde açıktır. Alman niyetini gerçekleştirmek için.
3.Kuvvetlerin Çoğunu Kıyıda Bulundurmak Onları Düşman Donanmasına Ezdirmekten Başka Bir Şey Değildir
Bu gerekçe de bilimsel değildir. Donanma topçusu görerek atış yapar, topları yatık mermi yolludur. Yani havan topu mermisi gibi havada kavis çizip hedefe tepeden düşmez, hedefe düz gider. Hedefe düz gidip cepheden vurduğu için de bir sütre, toprak yığını veya mevzi gibi bir çukur içinde olmak koruma sağlar.
Dolayısıyla donanma ateşi savunma mevziinde bulunan birlikleri kolay kolay ezemez ve ezememiştir de. Bunun en dikkat çekici örneğini 25 Nisan, çıkarmanın başladığı günde Ertuğrul Koyu'nda görüyoruz. Burası İngilizlerin Seddülbahir'deki 5 çıkarma yerinden siklet merkezi ile çıkmayı planladıkları, kuvvet ve ateşlerinin çoğunu yönelttikleri bir çıkarma yeridir. Savunan Türk kuvveti de 300 tüfekli erden oluşan bir bölüktür. Çıkarılacak kuvvet ise bu bölükten 25 misli üstündür. 25 Nisan günü bu Türk bölüğünün üstüne sadece donanmanın attığı mermi sayısı 4650 atımdır.32 Akıllara durgunluk veren bir rakamdır. Sonuç ne olmuştur? Bu yoğun ateşe rağmen İngilizler gün boyu çıkarmayı gerçekleştirememişler, üstelik birinci kademe birliğinden %70 kayıp vermişler, geceleyin bu bölük emirle çekildikten sonra ancak çıkabilmişlerdir. Efsane hale gelen Yahya Çavuş ve takımı da bu bölüğün içindedir.

Görüldüğü gibi kıyıda mevzide bulunanlar Liman Paşa'nın dediği gibi ezilmiyor.
Bu gerekçenin de amacı açık ve aynı; kuvvetleri koruyorum diye geriye çekebilmek, düşmanın çıkmasına imkan sağlamak ve sonuçta Alman niyetini gerçekleştirmektir.
4.Mevcut Kuvvetler Cephenin Geniş Olması Nedeniyle Her Yere Yetmeyeceği İçin Geride Toplu Tutulmalı
Cephe genişliği gerekçe gösterilerek kuvvetleri kıyıdan geri çekmek sağlıklı, mantıklı bir yaklaşım değildir. Bir önceki maddede irdelendiği gibi ve hatta Alman kaynaklarında da belirtildiği gibi düşmanın hedefine ulaşmak için çıkarma yapabileceği bölgeler bellidir. Bunlar öncelik ve önem derecesine göre Seddülbahir, Arıburnu-Kabatepe, Anadolu yakası (Kumkale) ve Saros bölgesidir. Anadolu yakası; arazinin, çıktıktan sonra Çanakkale'ye doğru ilerlemeyi güçleştirmesi ve donanma desteğinden mahrum bırakması nedeniyle düşmanın tercih edebileceği bir bölge değildir. Saros bölgesi ise düşmanı hedefine ulaştırmaz, sadece 5.Ordunun ikmal yolunu keser. Böyle bir duruma karşı da Trakya'da bulunan iki ordudan yardım gelebilir.
Bu durumda Ordu Komutanının yoğunlaşacağı iki bölge kalıyor. Seddülbahir ve Arıburnu-Kabatepe bölgeleri. Saros ile Anadolu yakası da sorumluluk bölgesi içinde olduğundan tamamen boşlayamaz. Buraları da düşünmesi gerekir.
Şimdi Ordu'nun kuvveti yetecek mi yetmeyecek mi ona bakalım. Ordunun 6 tümeni 1 süvari tugayı var. Tali bölgeler olan Saros ve Anadolu yakasına 1'er tümen yeterlidir, bölge güvenliği sağlanabilir. Süvari tugayı ile Yarımada'nın kuvvetle savunulmayan Batı kıyılarının, Anafartalar ve kuzeyine doğru, örtmesi yapılabilir. Yani güvenliği sağlanır.

Elde 4 tümen kaldı ve iki önemli bölge var. Seddülbahir ve Kabatepe. Bu durumda her bölgeye 1'er tümen, 1'er tümen de ihtiyata ayrılabiliyor. Ve 2 tümen kıyı hattında savunacak şekilde görevlendirilebiliyor.
İYİ şoför, herhangi bir durumda, iki şoförden birinin durması, ya da yavaşlaması gerekiyorsa, 'Hak, kural' falan demeden, ilk davranan, arabasının kaderini başkasına bırakmayandır.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Bilgi Paylaştıkça Büyür ~
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: 0+
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #96 : Mart 18, 2010, 09:20:47 »
Güzel bir paylaşım teşekkürler
Dünyanın en zengin dili olan Türkçemizi Turkcheleştirmeyelim,
Yabancı kelimelerin TÜRKÇE karşılığı yok mu?
Kısaltmalar kullanarak Türkçemizi YOZLAŞTIRMAYALIM,
Lütfen Turkche değilde, TÜRKÇE konuşalım...
Teşekkürler...  :)

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Site Yöneticisi
  • ******
  • Deus ex machina
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 2904 kere teşekkür etti
  • 3269 kere teşekkür edildi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #97 : Mart 18, 2010, 09:22:31 »
  Arkadaşlar, konumuz burada uzun süredir var. Tabi bizler malesef bazen hatırlıyoruz ancak onlar her zaman yaşıyorlar. Bu günü hatırlayan arkadaşlara da kendi adıma teşekkür ediyorum.

(Gizli Üye)

  • Ziyaretçi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #98 : Mart 18, 2010, 15:04:41 »
CEPHEDEN MEKTUPLAR

Mustafa Kemal ( Cepheden son Mektup )

Mustafa Kemal, 2 Temmuz 1915 yılında Arıburnu�dan Madam Corinne�e yazdığı mektupta şöyle der :

Aziz Madam ,

Karargahımın katiplerinden Hulki Efendi�in İstanbul� seyehatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum.Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım.Burada hayat , o kadar sakin değil.Gece gündüz hergün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor.Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor .Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz.Çok şükür , askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler.Bundan başka hususi inançları , çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor.Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün , Ya gazi veya şehit olmak.Bu sonuncusu nedir bilirmisiniz ? Dos doğru cennete gitmek.Orada Allah'ın en güzel kadınları , hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar.Yüce saadet.Sizin mantıki nasihatlerinizi bekleyen şimdiki hadiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki , hayatın bu hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.(...)

Adres : Miralay Mustafa Kemal , 19.Fırka Kumandanı , Maydos

Yahut : Miralay Mustafa Kemal , Arıburnu Maydos.Bu daha emin.

Hasan Etem�n Validesine Son Mektubu



Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi,

Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası (Niğde) gibi,güzel,yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım.Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.

Okudum, okudukça büyük dersler aldım.Tekrar okudum.Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım.Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi,bana,annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi.Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni , annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı.Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere , bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor , oynuyor , köpürüyordu ...

Başımı kaldırdım , gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım.Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini , yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu.Diğer bir dalına baktım , güzel bir bülbül , tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında , hizmet eri :

-Efendim , çayınız , buyurunuz , içiniz , dedi.

-Pekala dedim,aldım baktım , sütlü çay...

-Mustafa bu sütü nereden aldın ? dedim.

-Efendim , şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu ?

-Evet dedim.Evet ne kadar güzel.

-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim , on paraya yüz dirhem süt , su katılmamış.Koyundan şimdi sağılmış , aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu : �aliden kaderine küssün , ne yapalım.O da erkek olsaydı , bu çiçeklerden koklayacak , bu sütten içecek , bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi�nbsp;

Şevket merak etmesin o görür , belki de daha güzellerini görür.

Fakat , valideciğim , sen yine müteessir olma.Ben seni , evet seni mutlaka buralara getireceğim.Ve şu tabii manzarayı göstereceğim.Şevket , Hilmi (kardeşleri) de senin sayende görecekler.

O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında , çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler.Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah�m , bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi.Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi ,dere bile sesini çıkarmıyordu.Ezan bitti.O dereden ben de bir abdest aldım.Cemaat ile namazı kıldık..O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.Ellerimi kaldırdım , gözümü yukarı diktim , azımı açtım ve dedim :

-Ey Türklerin Ulu Allah�.Ey şu öten kuşun , şu gezen ve meleyen koyunun , şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halikı.Sen bütün bunları Türklere verdin.Yine Türklerde bırak.Çünkü böyle güzel yerler , Sen� takdis eden ve Sen� ulu tanıyan Türklere mahsustur.

Ey benim Rabbim !

Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri ; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır.Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek , böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin , düşmanlarını zaten kahrettin ya , bütün bütün mahfeyle. �O:P />Diyerek dua ettim ve kalktım.Artık benim kadar mes�t , benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Oğlun Hasan Etem

Mektubu yazan , ihtiyat zabit ( yedek subay ) namzedi Hasan Etem , İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi�de öğretmendi.Düşmanın Çanakkale�e dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu.Gönüllü yazıldı.

Bu onun son mektubuydu.Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos (Eceabat)�a şehit oldu...

Kınalı Kuzu



Yozgat�n Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat , bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü�e bir mektup yazdırır :

�nacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma...Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar.�O:P />

Bir müddet sonra Murat�n anasından cevabi mektup yetişir :

�y oğlum , gözümün nuru Murat�m ! Zabit efendiye selam söyle...Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz.Sen dört kardeşin arasında kurbansın.Sen İsmail�in(as).Sen orada şehit olacaksın inşallah.Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa , ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.�/font>

Ve mektup Çanakkale�e Murat� ulaştığında , Murat�n kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile...

Üsteğmen Zahid'in Vasiyeti



�u günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz.Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu.Ancak , sana bir vasiyetim var :

Birincisi benim için kat�yyen ağlama...

İkincisi, eşyamın listesi ilişikte.Bunları sat , ele geçecek paradan �ihr-i muaccel �ve �ihr-i müeccel �ini al , üst tarafı ile bana bir mevlüt okut.Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...�/font>

Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar.Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.

İşte o zaman herkes Zahid�n evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir.Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmıştır.Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.

Zahid , 9 Ocak 1916�a şehit olur.

Gümüşhane�in Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid , Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi�in kızı , eşi Hanife Hanım� yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir :

�u vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.�nbsp;



Kolağası (Ön Yüzbaşı) Bölük Komutanı - Mehmet TEVFİK- 1881 İstanbul



Sebebi hayatım, feyz-ü refikim,

Sevgili babacığım,valideciğim,

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum.Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.

Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakka beni bu rütbeye kadar isal etti.Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı.Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz.Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz.Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır.Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum.Rütbe-işehadete suudedersem Cenab-ı Hakk'ınen sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim.Asker olduğum için bu her zaman bana pek yakındır,sevgili babacığım ve valideciğim.Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.Servetimizin olmadığı malumdur.Mümkün olandan fazla birşeyi isteyemem,istesem de pek beyhudedir.Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Fakat çok müteessir olacaktır,o teessürü izale edecek vechile veriniz.Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz.Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş.Malumat ve düyunatın hakkında refikam mektubunda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz.Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur.Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır.kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim ,

Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur.Beni affediniz,hakkınızı helal ediniz,ruhumu şadediniz,işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.

Sevgili Hemşirem Lütfiye'ciğim,

Bilirsiniz ki sizi çok severdim.Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim.Belki size karşı da kusur etmişimdir,beni affet ,mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet , yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et , sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba ve ehibba ve evda , cümlenize elveda , cümleniz hakkınızı helal ediniz.Bnim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda , elveda..Cümlenizi Cenab-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum..

Ebediyen Allah'a ısmarladım.

Sevgili Babacığım ve Valideciğim....

Oğlunuz Mehmet Tevfik

* * *

(Mehmet Tevfik , 2 Haziran 1915 günü yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastanesi'nde şehitlik rütbesine ulaşmıştır.)

(Gizli Üye)

  • Ziyaretçi
Ynt: 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Ve O Ruh
« Yanıtla #99 : Mart 18, 2010, 15:08:21 »
Çanakkale Destanı
Kumandanlar
*Ian Hamilton
* John de Robeck
* Horatio Herbert Kitchener
*Otto Liman von Sanders
* Esat Paşa
* Vehip Paşa
* Cevat Paşa
* Mustafa Kemal

Güçler
5 tümen (başlangıçta)
16 tümen (sonunda) 6 tümen (başlangıçta)
15 tümen (sonunda)
Kayıplar
220,000[1] 253,000[1]

Çanakkale Savaşı

Çanakkale Deniz Harekâtları
Kumkale Seddülbahir Cephesi
1. Krite – 2. Kirte – 3. Kirte – 1. Kerevizdere - Zığındere - 2. Kerevizdere - Kirte Bağları

Arıburnu Cephesi
Kanlısırt – Sarı Bayır – Kılıçbayır – Kocaçimen Tepe – Conk Bayırı

Anafartalar Cephesi
I. Anafartalar – Tekketepe – 2. Anafartalar

Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.[2] İtilaf Devletleri; Osmanlı Devleti'nin başkenti konumundaki İstanbul'u alarak boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve İtilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş sonucundan iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.


Çanakkale Savaşı'nın Nedenleri
Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914 tarihinde Alman İmparatorluğu ile, İttifak Devletleri safında yer almak üzere bir antlaşma [3] imzalamıştı. Ancak bu antlaşma, savaş hazırlıkları henüz başlamadığı için [4] gizli tutulmuştu. Osmanlı Devleti'ni bu antlaşmanın hemen ertesinde seferberlik hazırlıklarına başlamıştı. Aynı zamanda Osmanlı Devleti, "silahlı tarafsızlık"ını ilan etmiştir.

Akdeniz’de Kraliyet Donanması önünden çekilen Alman Goeben muharebe gemisi ve Breslau ağır kruvazörü [5][6]nin Amiral Sukon komutasında 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a gelmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı Devleti, Boğazlar Antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman Donanması’na bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Ancak Osmanlı Devleti, bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıklayarak gerginliği ertelemiştir. Söz konusu gemiler 16 Ağustos 1914 tarihinde Yavuz ve Midilli adlarıyla Osmanlı Donanması’na katılmışlardı. Bu gemilerdeki Alman mürettebat, Osmanlı Donanması’na ait subay ve erat üniformaları giyerek gemilerdeki görevlerini sürdürmüşler, Amiral Souchon ise Osmanlı Donanması Komutanlığı’na getirilmişti. Böylece Almanya, yakın gelecekte Rus limanlarına karşı kullanılmak için iki büyük silahını Akdeniz'den geçirerek Karadeniz'in hemen yakınına atmış olmaktadır. Bu silahlar Ekim 1914 ayında hem Rus limanlarını vurmak için, hem de Osmanlı Devleti'ni bir oldu bittiye getirerek savaşın içine çekmekte kullanılacaktır.[7]

Yavuz ve Midilli Olayı
Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 27 Ekim 1914 günü Karadeniz kıyılarındaki Rus limanlarını bombalamaları ardından hem Rusya İmparatorluğu hem de Birleşik Krallık, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir.

Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman orduları, Façısından Batı Cephesi’ndeki savaşın kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu. Oysa Alman savaş planı (Schlieffen Planı), ilk adımda Batı Cephesi’nde kısa sürede Fransız-İngiliz kuvvetlerinin yenilgiye uğratılması, ikinci adımda ise tüm kuvvetlerin Doğu’ya kaydırılarak Rusya’nın savaş dışı bırakılması esasına dayanıyordu. Schlieffen Planındaki bu sapma ardından Almanya, önce Rusya’yı savaş dışı bırakmak, Doğu’da serbest kalan kuvvetleri ile Batı Cephesi’ne yeniden yüklenmek istemişti. Osmanlı 3. Ordu'sunun Kafkasya bölgesindeki Kasım – 1914 ayı başlarındaki taarruzları bu planın hazırlık aşamalarından biriydi.

İzleyen gelişmeler
Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı.[8]-[9] Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. [9][10] Fransa ve İngiltere’nin bu desteği sağlaması için, herhangi bir Avrupa haritasından da görüleceği gibi, olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekâtı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca "hasta adam" olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti'nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir. Eğer Boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya’da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir. [11]

Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur.[9] [kaynak belirtilmeli] Bu tesbit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştır.[12] Ayrıca İngiliz Donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekâta girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlar’a yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır.

Rusya ile bağlantının bu şekilde, Boğazlar’ın kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır. Çanakkale Boğazı’ndan geçilerek İstanbul’un işgalinin İtilaf Devletleri açısından diğer stratejik sonuçları şunlardır. [13], [14]

* Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılmış olmakla, Almanya savaşın başlarında bir müttefikini kaybetmiş olacaktır.
* Osmanlının tehdidinde olan [9] Süveyş Kanalı, dolayısıyla İngiltere’nin Uzakdoğu ulaşım yolunun güven altına alınması sağlanmış olacaktır.
* Osmanlı Devleti’nin savaş dışı bırakılması, ve müslüman ülkeler[kaynak belirtilmeli] nezdinde İtilaf Devletleri lehine oluşturacağı kazanımlar açısından da önem arz etmektedir. Müslüman ülkeler[kaynak belirtilmeli]in gerek Orta Doğu’da gerekse de Uzak Doğu’da İngiliz hakimiyetine karşı dirence zayıflamış olacaktır.
* Balkan devletleri, hemen doğudaki Osmanlı Devleti’nin çökmesi ve bunu İtilaf Devletleri’nin başarması üzerine, doğal olarak İtilaf Devletleri safında savaşa katılmaları yönünde etken olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin yıkılması, Balkan devletlerinin bölgedeki hesaplarına ulaşabilmeleri yönündeki en önemli engeli ortadan kaldırmış olacak ve bu durum, İtilaf devletlerinin bir hediyesi sayılacaktır.[15]

Rusya ile Karadeniz üzerinden deniz ulaşımının açılması özellikle önemlidir. Osmanlı Devleti'nin Boğazları her türlü deniz trafiğine kapatması sonucu, Rusya ile İngiltere ve Fransa arasındaki ticari ilişkiler de durma noktasına gelmiştir. Pek çok ticari gemi, Karadeniz'deki Rus limanlarında beklemektedir, Avrupa'da buğday fiyatları yükselirken ucuz Rus buğdayı ithal edilememekte, muazzam ticari karlardan mahrum kalınmaktadır. Kısacası Boğazların kapanması, İngiliz ve Fransız firmaları için büyük kar kaybı getirmektedir.

Savaşın aşamaları

Deniz Muharebeleri

19 Şubat günü, güçlü Fransız kuvvetleri ile İngiliz Queen Elizabeth savaş gemisinin Osmanlı sahil bataryalarını bombalayarak ilk Çanakkale saldırısı başlatılmış oldu.
İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz Ocean, Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır.

Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir.

Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.
Kara muharebeleri

İngiliz-Fransız Birleşik Donanması'nın 18 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nı geçme ve İstanbul’u işgal girişiminin başarısız kalması üzerine bir kara harekâtıyla İstanbul’un işgali yönünde yeni bir savaş planı oluşturulmuştur.

Esasen 1 Mart 1915 tarihinde Yunanistan Hükûmeti, Gelibolu Yarımadasının işgal edilerek bu yolla İstanbul üzerine yürünmesi şeklindeki bir savaş planını İngiliz yetkililere iletmiş ve bu operasyon için üç tümen tahsis edebileceğini bildirmişti. Ancak İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener, o tarihlerde bir kara harekâtına kuvvet ayırmak yerine Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı kıyı topçusunu deniz topçusu ile imha ederek bu denizyolunu açmayı ve doğrudan İstanbul’a bir çıkarma yapmayı uygun bulmuştu. Dahası Çarlık Rusyası da bu operasyona Yunan birliklerinin katılmasına kesinlikle karşı çıkmıştır.

Ancak bölgedeki incelemelerinin sonucunda Lord Kitchener’e 5 Mart 1915 tarihinde bir rapor sunan General William Birdwood, bu raporunda bir deniz harekâtının başarı şansı olmadığını, deniz harekâtının Gelibolu Yarımadası’na yapılacak bir çıkarma harekâtıyla desteklenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu rapor üzerine Lord Kitchener, 10 Mart 1915 tarihinde seçkin bir birlik olan İngiliz 29. Tümeni’nin Gelibolu Yarımadası'na yapılacak bir çıkarma ile görevlendirdiğini bildirmiştir. Gelibolu’daki çıkarma için tertiplenen Akdeniz Sefer Kuvveti’nin komutanlığına da General Sir Ian Hamilton atanmıştır.

Planlar ve kuvvetler
İtilaf tarafı
General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları şöyledir.
* Anzak Kolordusu 25.700
* Britanya 29. Tümeni 17.000
* Fransa 1. Tümeni 16.700
* Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800
* Anzak Tugayı 4.800

Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.
General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir bölge olmasındandı.

General Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal belirlemişti.
* Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu
* Ertuğrul Koyu
* Tekekoyu
* İkizkoyu
* Zığındere

Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı tahsis etmiştir.
Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir.
Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km. mesafededir.

Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri bağlantısını kesmektir.

İttifak tarafı
Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, silah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştır.

14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla İstanbul’a gelen ve Enver Paşa tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı Mareşal Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına 24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir. 5. Ordu’nun bir Alman mareşali komutasına verilmesi, Almanya ile Osmanlı Devleti arasında yapılmış olan antlaşmanın gereği olarak Almanya tarafından talep edilmişti.

Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir plandır.

Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.

5. Ordu, üç tümenli 3. Kolordu ve iki tümenli 15. Kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargahına bağlı 19. Tümen, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir. Bu kolorduların bünyesindeki tümenler ve komutanları şöyledir.

* |3. Kolordu. Komutanı Esat Paşa
o 5. Tümen. Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey.
o 7. Tümen. Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey.
o 9. Tümen. Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir ve Arıburnu Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey.
* 15. Kolordu. Komutanı General Weber
o 3. Tümen. Kumkale bölgesi. Komutanı Albay Nicolai.
o 11. Tümen. Beşige bölgesi. Komutanı Albay Refet Bey.
* 19. Tümen. Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey.

Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale Savaşları süresince, kara ve deniz olmak üzere iki ana ikmal hattı vardır. Kara ikmal hattı, İstanbul’dan bölgeye en yakın olan Uzunköprü’ye kadar yaklaşık 250 km.lik bir demiryolu hattı ve devamında 165 km.lik bir stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı olmadığından, personel bu yolu yaya olarak geçmek durumundadır. Her türlü ikmal malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca bu yolun bir bölümü gündüz saatlerinde Saros Körfezi’ndeki Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu nedenle yolun bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz ikmal hattı ise Marmara Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır. Kara ikmal hattına oranla çok daha kısa sürede geçilebilen bu ikmal hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden tehdit altında değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde bulunmuştur. Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur.
Çıkarmalar

Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki beş kumsalla Kabatepe kuzeyine çıkarılan Anzak Kolordusu çıkarma bölgesidir.
General Sir Ian Hamilton, asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde yanıltıcı operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı gibi, çıkarma yapılacak izlenimi uyandırmak üzere sadece deniz topçusunun hazırlık ateşi açılan hedefler de belirlenmişti.

25 Nisan sabahı Saros Körfezi açıklarına gelen Birleşik Donanma’ya bağlı savaş gemileri (Caanopus hafif zırhlısı, Dartmouth ve Doris Kruvazörleri ile iki destroyer Bolayır sırtlarını top ateşine tutmuşlardır. Gün boyu süren bu ateşin ardından havanın kararmasına çok az bir süre kalan içleri asker dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler. Sahile ulaşmadan hava kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru yapılan bu manevra, Osmanlı tarafına bu bölgede gece boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi vermiş, bu bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti. Esasen planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü bir İngiliz Yüzbaşı, sahile iki km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile kadar yüzmüş, üç ayrı noktada aydınlatma fişeği ateşleyerek geri dönmüştür.

Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi'ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur.