Arkadaşlar, oldukça uzun bir paylaşımda bulunacağım, sabredip okuyan arkadaşlara peşinen çok teşekkür ederim
Facebook yararlı mı, zararlı mı sorusuna kesin bir cevap vermek çok zor. Bu, tamamen kişinin beklentilerine, karakterine, yeteneklerine, dünya görüşüne bağlı bir durum diyebilirim kısaca. Bu nedenle ben Facebook’u, hikayesini de özetleyerek bu bağlamda irdelemek istiyorum:
Facebook’un Türkiye’de yaygınlaşmaya başladığı ilk dönemi (2007’nin son ayları) hatırlayınca
Türkay arkadaşıma katılmamak elde değil. İngilizce olduğu için ilk zamanlarda genel seviyesi oldukça iyi olan bir site vardı karşımızda. İngilizce bilmeyenler sıkıntı çekerlerdi. ABD/Kanada şehri kısmına Türkiye yazmaya çalıştıkları için Youngstown’lı pek çok hemşerimiz olur, şekil yapacağım diye günlük durumunu (status) rastgele değiştirirken farkında olmadan abaza (horny) yapan bayan arkadaşlarımız hepimizi güldürürlerdi

Tabi gerekli ayarlar yapılamadığı için her türlü kişisel bilgi ve fotoğraflar da profillerde herkese açık bir şekilde yayınlanırdı o ilk dönemde.
Misyonu, insanların “eski” arkadaşlarını bulabileceği ortak bir platform oluşturabilmek olan bu siteye üye olduğumda (Kasım 2007) ilk yaptığım şey elime lise ve üniversite yıllıkları ile askerlik belgelerimin, iş, kurs, vb ortamlarda çeşitli vesilelerle toplanmış olan isim, telefon, adres bilgilerinin yer aldığı not kağıtlarının yer aldığı klasörü alıp “eski” arkadaşlarımı aramak olmuştu. Bulmak istediklerimin birçoğunu da buldum ve profilime ekledim. Bu ilk aşama oldukça zevkliydi. Arkadaşlarla çok güzel sohbetler edildiğini, buluşmalar düzenlendiğini hatırlıyorum. Fakat bir süre sonra Facebook, insanların birbirlerine her gün o dönem oldukça popüler olan Funwall ve Superwall gibi uygulamalar kanalıyla bir şeyler gönderdikleri bir e-posta sitesi ve envai çeşit uygulamaların yüklendiği bir yapboz tahtası haline geldi. Her gün, kişisel posta kutuma gelen onlarca “forward mail” in birden bire bıçak gibi kesildiğini fakat bu e-postaların artık Facebook kanalıyla bana ulaştığını farkettim. Bu aşamada Facebook’dan o kadar çok sıkıldım ki bir ara hesabımı dondurmayı bile düşünmüştüm. Neyse ki geçiş dönemi olarak nitelendirdiğim bu süreç fazla uzun sürmedi ve sonrasında video paylaşım sitelerinin alt kolu gibi çalışmaya başladı Facebook. Bu arada, “eski” arkadaşların yanına, kişilerin iş, okul ve akraba çevrelerindeki insanların eklenmesiyle daha da renklendi. Artık en popüler şarkıları, unutulmaz klasikleri, güncel konuları takip edebildiğim çok amaçlı bir blog ya da forum sitesiydi benim için. Şu anda da bu şekilde devam ediyor.
Yukarıda, eski kelimesini tırnak işareti içerisinde yazdığımı fark etmişsinizdir. Arkadaş kelimesini yanına eski sıfatının yakışmadığını düşünüyorum. Bunun yerine irtibatımızın kesildiği arkadaşlar ifadesini kullanmayı tercih ederim. Zira, “eski arkadaş” ifadesi bana eski çorap misali kullanılıp iş bitince çöpe atılan bir nesneyi çağrıştırıyor. Bu materyalist çağrışım beni rahatsız ettiği içindir ki, hayatın yoğun ve acımazsız temposu içerisinde bir şekilde iletişiminizin kesildiği, aradan geçen zamana ve ortak paylaşımların ağırlığına göre üzerimizde farklı etkileri olan ama bir şekilde hayatımızda yer edinmiş bulunan bu insanlara bir şekilde ulaşmayı istemişimdir. Bu bana yaşlandığımı hissettirse de, eski tatlı, neşeli anların tekrar yaşanmasının mümkün olmadığını bilsem de, tüketim toplumuna bir tepki, geçmişe saygıdır benim için. Ayrıca olaya psikolojik açıdan baktığımda, bir insanın anlık olarak ancak belirli sayıda insanla yoğun bir ilişki içerisinde olabileceğini, herhangi bir nedenle bu ilişki bağı koptuğunda onu tekrar oluşturmanın güç olduğunu düşündüğüm için, bu insani zaaftan kaynaklanan kopmaların ruhumda oluşturduğu hüznü, burukluğu ve diğer melankolik duyguları bertaraf etmenin, vefa borcunu ödemenin bir aracı olarak görmüşümdür Facebook’u. (çok duygusal bir paragraf oldu biliyorum, abartmış olabilirim, lütfen beni mazur görün

)
Gelelim Facebook’un neden bu kadar popüler olduğuna. Psikoloji/Sosyoloji/Felsefe ile ilgilenenler veya üniversitede sosyal bölümlerde okuyanlar Maslow teorisini mutlaka duymuşlardır. Bilmeyenler için biraz bahsetmek gerekirse, Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha üst ihtiyaçları tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmiştir.
1. Fizyolojik gereksinimler: Temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, uyumak, solumak, cinsellik gibi ihtiyaçlar bu kategori için örnek olarak gösterilebilir.
2. Güvenlik gereksinimi İnsanlar, can ve mal varlıklarının korunmasına ihtiyaç duyarlar.
3. Ait olma gereksinimi
4. Sevgi, sevecenlik gereksinimi
Sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, yardımseverlik, şefkat türündeki ihtiyaçlar yukarıdaki iki gruba örnek gösterilebilir.
5. Saygınlık gereksinimi: İnsanlar sevmek, sevilmek dışında kendilerine saygı duyulmasını da isterler. Tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi ihtiyaçlara yönelirler.
6. Kendini gerçekleştirme gereksinimi: Alt kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamış olan birey son aşamada ideallerini ve yeteneklerini gerçekleştirme ihtiyacı duyar.
Bu teorem; insanın karmaşık yapısını, dini inançları, hatta yoksul toplumların özgürlük mücadelelerini izah etmekten uzak göründüğü için eleştirilse de, pratikte insanların günlük davranışlarını anlamakta çok işe yaradığını kabul etmek gerekir. Bunun Facebook’daki yansımalarını gözlemleme oldukça kolaydır. Örneğin çeşitli gruplara üye olmak suretiyle aidiyet, yardımseverlik gibi gereksinimler karşılanmaktadır. Çeşitli şekillerde paylaşımlarda bulunmak, toplumsal statüyü, kariyeri, maddi durumu, güzelliği, yakışıklılığı vurgulayan ya da diğer bir tabirle insanların gözüne sokan fotoğraflar yüklemek ve mesajlar paylaşmak suretiyle beğenilme ve statü sahibi olma ihtiyacı giderilebilmektedir. Ayrıca hakkında farklı bir imaj algılaması yaratmak adına çoğu internetten alıntılanmış süslü mesajlar yazmak veya hiç dinlemediği bir müziğe, izlemediği bir filme, okumadığı bir kitaba, gitmediği bir şehre ait videolar, düşünceler paylaşmak suretiyle entelektüel birikimini olduğundan farklı göstermeye çalışılarak saygınlık gereksinimini de karşılanabilmektedir. Özellikle bizim gibi hızlı zenginleşen ve dışa açılarak kültürel şoklara maruz kalan toplumlarda (Özal sonrası dönemi kastediyorum) kendini topluma kabul ettirme ihtiyacı daha şiddetli olmaktadır. Facebook’un dünyada en yaygın olduğu ülkelerden birinin Türkiye olması bir tesadüf olmayıp, bu amaca hizmet edebilecek bir platform olmasından kaynaklanmaktadır bence. Ayrıca sanal ortamın sağladığı avantajlar da bu yaygınlığı kolaylaştıran nedenlerden biridir. Burada yeri gelmişken
Hakan arkadaşımızın sorusuna cevap verebilmek adına bu avantajlara da değinelim:
Zahmetsiz ve masrafsız olması:
Biriyle yüz yüze görüşmek için doğru zamanı ve mekanı seçmek, maddi ve manevi külfete katlanmak durumunda kalabilirsiniz. Manevi külfet derken neyi kastettiğimi biraz açayım. Ne kadar iyi arkadaş, sevgili, dost, akraba, hısım da olsalar bırakın bir topluluğu, sadece iki insanın bir arada olduğu ortamda bile her zaman çatışma riski olabilir. Sanal ortamda polemik olmuyor mu derseniz, tabi ki oluyor ama internet tarayıcınızı kapattığınız an bu sorun anında buhar oluveriyor. Zamanı ve mekanı siz seçebiliyorsunuz. İster dizüstü bilgisayarınızdan, ister Blackberry’nizden, ister iş yerinizden, ister evinizden bağlanabiliyorsunuz. Sabah, öğle, akşam tercih size kalmış.
Yazılı iletişimde insanların kendilerin daha iyi ifade edebilmeleri:
İnsan düşündüğü şeyleri çoğu zaman sözlü olarak iyi ifade edemez. Yazılı iletişim şu nedenlerden dolayı pek çok kimse için sözlü iletişime yeğdir:
- Karşısındaki insanı gönlü kırılmış olarak görmek istemeyeceği için,
- Toplumumuzda açık sözlülük çok fazla sevilmediği için ,
- Eğitim sistemimiz insanların sözlü ifade ve iletişim yönlerinin gelişimi konusunda korkunç derecede yetersiz kaldığı için,
- Kişinin yazarken duygularına hakim olabilmesi çok daha kolay olduğu için,
- Kişi yazarken beyin gücünü ve birikimini çok daha fazla kullanabildiği için
Bütün bu açıklamalardan sonra Facebook yararlı mı zararlı mı sorusuna hemen net bir cevap verebilmek pek kolay değil. Eğer kişi ne istediğini biliyorsa, iradesine hakim olup Facebook’a gereğinden fazla zaman ayırmıyorsa, internetteki tuzaklara düşmesini engelleyecek yeterli bilgi ve tecrübeye sahipse, kişisel bilgilerini, fotoğraflarını ve paylaşımlarını arkadaşları dışındaki kimselerin görmesini kısıtlamışsa Facebook zararlıdır ya da risklidir demek haksızlık olur. Facebook’u, yukarıda Maslow teoremi ile ilgili açıklamalardan sonra bahsetmiş olduğum amaçlar doğrultusunda abartılı şekilde kullanan insanlar var ve bunlarla karşılaşmak insanı sıkabilir, bunaltabilir, kafasını karıştırabilir ve kişinin gereksiz şeylere gereğinden fazla zaman ayırmasına neden olabilir, bunu kabul ediyorum. Fakat daha önce de belirttiğim gibi sanal alemde kontrol kişinin elindedir ve kişinin faydalı olmayan paylaşımlar arasından faydalı olanları süzüp alabilecek irade ve teknik kabiliyete sahip olması beklenmelidir. Sanal alemin ve Facebook’un durumu biraz da trafiğe benziyor aslında. Büyük bir keşmekeş mevcut maalesef. Fakat böyle olduğu için trafik zararlı diyebilir miyiz? Bir yerden bir yere girmek için nasıl trafiğe giriyorsak, kendimizi geliştirmek adına internetteki bilgi otobanına ve bunun önemli bir sosyal kolu olan Facebook’a da girebiliriz diye düşünüyorum. Trafikteki magandalardan kaçınmak için nasıl sabır ve tecrübe gerekiyorsa, aynı şey sanal alemde de geçerli. Ayrıca son olarak sanal alemle ya da Facebook ile ilgili güvenlik kaygıları taşıyan arkadaşlara Türkiye’de sokağa çıkmakla maruz kalınan kapkaç, terör, kaza kurşunu, trafik kazası (maddi hasarlı veya yaralanmalı), trafik cezası gibi risklerin çok daha fazla olduğunu hatırlatmak isterim.
Kaynak:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Maslow_teorisi