En güzel şarkıların, aşk acısı veya ayrılıklar üzerine olduğu konusunda yapılmış bir istatistik var mı bilmiyorum. Biraz göreceli bir kavram. Ancak, böyle bir araştırma yapılsa, ben de sonucun bu şekilde çıkacağı kanaatindeyim. Sebep; bireysel ve toplumsal hafıza.
Dünya genelinin toplumsal hafızası maalesef pek parlak değildir. Yakın tarihimize kadar hemen hemen tüm dünya toplumları, çok sancılı süreçlerden geçmiş, göçlerle, savaşlarla nesiller heba olmuş, nice yuvalar dağılmış, nice sevenler ayrılmış veya hiç birleşememiş, nice ölümlere şahit olunmuş ve bütün bunlar toplum bilinçaltına tamamen yerleşmiştir. Bu acılar bünyeye öyle nüfus etmiştir ki, duygusal mazoşizm tüm bünyelere hakim olmuştur. Evet, efkarlanmaktan, geçmiş acıları zaman zaman da olsa tazelemekten zevk almaktayız maalesef.
"hangimiz düşmedik kara sevdaya
hangimiz sevmedik çılgınlar gibi."
aşk ve ayrılık duyguları, her insanda şüphesiz ki derin izler bırakır. Zamanla hafifleyebilir veya tamamen silinmiş gibi durabilir. ancak hiç beklemediğiniz bir anda tüm heybetiyle tekrar karşınıza dikilebilir. Bunu harekete geçiren duygusal bir film, sizi tarif ediyormuşçasına yazılmış bir roman, bir hayat hikayesi veya bir şarkı olabilir. Gecenin bir vakti arabasında çalan bir şarkıdan hangi eski aşık etkilenmez ki;
Bu gece bir başka çöktün içime,
seni andım durdum sabaha kadar,
okudum bendeki tüm mektupları,
okudum ağladım sabaha kadar
ama şarkılarda bu yoğun duygu-durum olayının yaşanması sadece aşk acısı tadanlara mahsus değildir. Kültürümüzde "gurbet acısı" denen bir olgu vardır ki, hepsinden beter. Öyle aşk acısı gibi dönemsel de değildir, tüm yaşam boyunca sızlatır içinizi. Hele aşk acısıyla beraber yaşanırsa her bünyenin kaldırabileceği bir şey değildir. İşte arabesk müziğin çıkış noktası da tam burasıdır. Gurbete göç etmiş, köyünü terketmiş yalnız insan, varoş mahallelerinden fabrikaya gidip gelirken bu müzikle kimlik buldu, kendisini anlatıyordu, yalnız değildi, efkarlandı, hüzünlendi ama yalnızlığını bu müzikle gidermeye çalıştı, ona tutundu, ne güzel de anlatıyordu kendisini.
almanya treninde gözlerim doldu
tatlı hatıralarım sılamda kaldı
gurbet elde acılarım kesilmez artık
kader pençesini bağrıma vurdu
Bütün bunları en mükemmel şekliyle anlatan bir başka nazım da türkülerimizdir. Sevinç ve mutlulukla birlikte, aşkı, sevgiyi, ayrılığı, gurbeti en güzel şekilde anlatır türkülerimiz.
Sıladaki sevdiğine şöyle seslenir gurbetteki delikanlı;
"mendili işle yolla,
işle gümüşle yolla,
içine üç elma koy,
birini dişle yolla"
Ya sıladan sevdiceğine yazan kınalıya ne demeli;
"yarim istanbulu mesken mi tuttun
gördün güzelleri, beni unuttun
sılaya dönmeye yemin mi ettin
gayrı dayanacak özüm kalmadı
mektuba yazacak sözüm kalmadı"
İşte türkülerimizin daha binlercesi bulunan bu vurucu örneklerine, şair Bedri Rahmi Eyüboğlu da hürmetlerini şu dizelerle sunmuştur;
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
Tabii bu durumlar sadece bizde yaşanmıyor, Hotel California şarkısından ve onun hazin hikayesinden kim etkilenmez ki.
İşte bütün bunlar, acıya yönelik, acıya vurgu yapan, efkarlandıran hüzünlendiren hemen her şeye, ve tabii müziğe bir popülasyon yaratıyor doğal olarak.
Ben den bu kadar arkadaşlar
