ÇİKOLATA PARASIHayatın içinden güzel ve ilginç bir anekdot”, bugünkü konumuz olacak. Çok hoşuma giden bu anekdotu, aile mutluluğunuza bir katkı olması dileklerimle arz ediyorum…
Belki biraz uzunca ama hiç sıkılmayacak ve tekrar-tekrar okuma ihtiyacı duyacaksınız.
*******
Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters-ters baktı.
Elli yaşlarında gösteren bu adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eskiydi, fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. 'Sapa sağlam adam, gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir' diye düşündü. Zaten canı da çok sıkkındı, birde çok sinirlenmişti.
Alaycı bir ses tonuyla:
- Ekmek parası mı istiyorsun babalık? ..diye sordu.
— Hayır efendim, çikolata parası lazım!
Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. ‘Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor’ diye düşündü.
— Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
— Hayır efendim. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu, yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
— Bu gün karnınız doydu da, üstüne tatlı mı istedi canınız?
— Fakirin canı mı olur ki oğlum, nasıl tatlı istesin.
— Bu, bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
— Hiçbiri değilim. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
— Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
— O bizim için değil zenginler için. Otuz iki yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım kardeşim. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam kendisi karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı bu kez. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. 'Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu' diye düşündü.
— Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? ..Bülent'in bu sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
— Ben dilenci değilim kardeşim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
— Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen-çekingen oturdu yanına.
— Yok mu eşin dostun senin, borç alacak akraban falan?
— Fakirin eşi-dostu mu olur oğlum. Fakirin akrabaları da fakir olur. Bulurlarsa kendi karınlarını zor doyururlar.
— Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?
— Hem de çok seviyorum. Otuz üç yılımı aydınlattı o benim.
— Hımmmm. Aşk, hem de otuz üç yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz üç yıldan bahsediyorsun.
— Evet. Geçen yıllar sevgimizi azaltmadığı gibi artırdı bizim.
— Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin beybaba.
— Ben ilkokulu bile bitirmedim oğlum. Öyle formül falan bilmem.
— Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Ben de altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim üstelik. Fakat hiç mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama hiç mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama çok mutlusun. Birbirinize âşıksınız âdeta. Acaba, para mı bizi mutsuz eden?
— Benim hiçbir şeyim yok mu zannediyorsun? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyimdir… Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeyler aslında hiçbir şey değildir.
— Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile, karım her şeyden şikâyet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir neler olur bizde?
— Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen, kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit-çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz.
• Bir kadın, kendisinin “KOCASININ HER ŞEYİ” olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur...
— Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?
— Olabilir. Ben karıma değerli şeyler pek alamıyorum ama ona “benim için kendisinin ne kadar değerli olduğunu” ona hep hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
— Bir kadına, değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
— Küçük kızı severek.
— Küçük kız mı? Hangi küçük kız?
— Yaşı kaç olursa olsun, her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok seversen, ne kadar çok mutlu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
— Nasıl yani?
— Küçük kızlar neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar beğenilmek ister hep, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine, prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
— Haklısın baba.
—İşte kadınlar bir ömür boyu bunları duymak isterler kardeşim. Ben elli yaşındaki karıma, hep böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona 'bebeğim' diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. 'Bebeğim bana bir çay yapar mısın?' dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
— Hiç kavga etmez misiniz siz?
— Kavga evliliğin tadı tuzudur oğlum. Arada bir, biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı da ayrıdır yani. Benim karım bir KEÇİ kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak, ayrı bir keyif verir bana.
— Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç “küçük kız” havası yok onda.
— Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile içinde o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.
— Bu tavsiyeni deneyeceğim amcacığım. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
— Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek, asla mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene, somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan, ne kadar mutlu olabilirsin?...
— Haklısın da ben de bütün gün ailem için çalışıp çok yoruluyorum.
— Yine para, yine dış sebepler, öyle mi? Evet, para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para, sadece geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını, sakın bekleme. Eğer, o hediyenin yanına sevgini katmazsan, hediyenin hiç bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi helâl bedenimle ipek elbise oldum ona ve hep mutlu ettim onu.
Yaşlı adam ayağa kalktı:
— Bana müsaade, artık ben gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
Bülent de hafiflemiş olarak ayağa kalktı. Adamın elini kuvvetlice sıktı.
— Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
Elini bıraktı ve hemen koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
— Hadi gel, senin eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.
Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, güzel bir tabağa özenle dizdi. Sonra nezaketle eşinin önüne koydu.
— BU MEYVELER, DÜNYANIN EN ŞANSLI MEYVELERİDİR, dedi.
Eşi İnci, hiç konuşmadı. Şaşkın şaşkın baktı. Bülent söze devam etti…
— Sorsana 'NİYE' diye. İnci, kızgın kızgın:
- Niye? Diye sordu.
— Çünkü DÜNYANIN EN GÜZEL ve EN TATLI KADINININ MİDESİNE GİDECEKLER, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci iyice şaşırmıştı. Fakat gönlüne ılık ılık esintiler geliyordu. Bir anda yüzünün ifadesi de yumuşamıştı.
— Bunlar senin sevdiğin meyveler canım, senin için aldım. Dedi.
— Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın sen. Benim hangi meyveleri sevdiğimi de iyi hatırlamışsın. Aslında bu, benim senden her zaman beklediğim ve istediğim bir şeydi. Sen ise şimdi kalkmışsın! 'bak senin sevdiğin meyveleri aldım' diyorsun. Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
— Çok-çok özür dilerim İncim. Seni kırdığım için. Derken, Bülent yere diz çöktü.
— Cezam neyse razıyım sevgilim. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme n’olur.
Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.
İnci ise kıkır-kıkır gülmeye başladı.
— Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi.
Fakat gevşediği ve affettiği her halinden belliydi…
Bülent işte tam o zaman, ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü.
“Bundan sonra her şey daha farklı ve güzel olacak” diye düşündü ve geçen mutsuz günlerine çok acıdı...
Peygamberimiz (sav.) “Kuşkusuz ki eşleriniz, sizin cennet veya cehenneminizdir” buyurmuşlardır. (Kaynaklar: Nesâî, Uşre, 106; Hâkim, 2:189; Beyhakî, 7:291; Ahmed, 4:341)
EŞİNİ MUTLU ETMEYEN ERKEK, ASLA MUTLU OLAMAZ…