Anlaşılan ABD, palazlanan kadar ayıya dayı demek zorunda kalmış

Konu ile ilgili Murat Bardakçı'nın makalesi:
size belki masal yahut hayal mahsulü gibi gelebilir ama askerlerimizi gözaltına almaya kalkan amerika birleşik devletleri, bir zamanlar bize vergi öderdi!
amerika, üçüncü selim'in tahtta bulunduğu 1790'lı yıllarda ticari gemilerinin akdeniz'de dolaşabilmesi için o devirlerde birer türk eyaleti olan cezayir, trablusgarb ve tunus'un idarecileriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzalamış ve yıllık verginin yanısıra bu eyaletlerde esir bulunan denizcilerini kurtarabilmek için, sadece cezayir'e 642 bin 500 dolar ‘‘haraç’’ vermişti.
süleymaniye'de gözaltına almaya kalkıştığı askerlerimize turuncu tulumlar giydirip ellerini bağladıktan sonra başlarına torbalar geçirip götüren amerika, bir zamanlar vergi mükellefimizdi. üstelik bize sadece vergi vermekle de kalmaz, resmen 'haraç' bile öderdi.
işte, şimdi sizlere masal yahut hayal gibi gelebilecek olan bu hadisenin ayrıntıları:
18. yüzyılın sonlarına kadar, bağımsız bir sultanlık olan fas dışında kuzey afrika'nın tamamı, türk hakimiyeti altındaydı. mısır, imparatorluğun tabii bir parçasıydı ve o zamanlarda 'garp ocakları' denilen kuzey afrika'daki topraklarımızda tunus, cezayir ve trablusgarb eyaletleri teşkil edilmişti. istanbul gerçi fas'ı da kendi toprağı olarak görüyor ve káğıt üzerinde de kalsa bir eyalet kabul ediyordu ama bu hakimiyet konusu tartışmalıydı. fas'ın başında bir 'sultan' vardı ve o devirde 'magrib' denilen fas, bağımsız gibiydi.
osmanlı, 'garp ocakları'ndaki iktidarını bu topraklara anadolu'dan, özellikle de ege tarafından sevkettiği askerler ve levendler sayesinde devam ettirirdi. idari güç, bölgenin en sözü geçen kişisi olan ve 'dayı' unvanını taşıyan yöneticilerin elindeydi.
garp ocakları'nın içişlerinde teferruata girmek istemeyen istanbul, buralarda 'divan'lar kurmuştu. divana memleketin ileri gelenleri katılır, aralarından birini reis seçerler, 'dayı' unvanını alan bu reis kendi adamlarını tayin eder, bir çeşit hükümet kurar ve eyaletin hákimi kabul edilirdi. her eyalette gerçi istanbul'dan gönderilmiş birer 'vali' de vardı ama valiler işlere pek karışmazlar, padişahı temsil etmekle yetinir, konaklarında oturur ve 'dayı'nın kararlarını tasdik ederlerdi.
yerli halk kendi halinde yaşar ama siláhlı güçler ve özellikle de denizciler, geçimlerini akdeniz'de korsanlıkla sağlarlardı. korsanların istanbul ile ticaret ve türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, ama diğer gemileri yağmalaması serbestti.
işte, amerika'nın bir zamanlar bize vergi ve haraç vermesini bu korsanlarla 'dayı'lardan biri, cezayir dayısı olan hasan paşa sağlamıştı.
1776'ya kadar ingiliz sömürgesi olan amerika bağımsızlık savaşını kazanmış ve mücadelenin lideri george washington, yeni devletin ilk başkanı seçilmişti.
amerika artık diğer kıt'alara açılmak, ticaret ve deniz yollarında faaliyet göstermek zorundaydı. kongre'nin bu maksatla görevlendirdiği kişiler, akdeniz'deki ilk anlaşmayı 1786 temmuz'unda fas ile imzaladılar. fas sultanı, amerika ile dost olduğunu duyuruyor ve amerikan gemilerinin fas limanlarını kullanmalarına izin veriyordu.
osmanlı devleti ile henüz benzer bir anlaşma yapılmamış olmasına rağmen, amerikan ticaret gemileri akdeniz'de seyretmeye başlamışlardı. cezayirli korsanlar, 1785'ten itibaren rastladıkları amerikan gemilerine el koydular, mallarını yağmaladılar ve denizcileri de esir olarak cezayir'e götürdüler.
başkan george washington, kuzey afrika'da yaşanan bu hadiselerden kongre'yi haberdar etti ve 1795'te joseph donaldson başkanlığındaki bir amerikan heyeti görüşmeler yapıp anlaşmaya varmak üzere cezayir'e gitti.
joseph donaldson ile cezayir dayısı hasan paşa, 5 eylül 1795 günü cezayir'de bir 'dostluk ve barış anlaşması' imzaladılar. metin türkçe olarak kaleme alınmıştı ve daha önce fas ile imzalanan ve arapça olarak kaleme alınan 1786'daki anlaşmadan sonra, amerikan tarihinin ingilizce olmayan ikinci metniydi.
cezayir anlaşması'na göre amerika, cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için dayı'ya 642 bin 500 dolar 'haraç' ödeyecek ve her sene 12 bin cezayir altını eden 21 bin 600 dolar vergi verecekti. amerikan kongresi, anlaşmayı 1796'nın 7 mart'ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. kongre, böylelikle osmanlı devleti'ne resmen vergi mükellefi oluyordu.
amerika, 1796'nın 4 kasım'ında trablusgarb'ın, 1797'nin 28 ağustos'unda da tunus'un dayıları ve beyleri ile anlaşmalar imzaladı. trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca amerikan tarafı trablusgarb bey'i yusuf paşa ile 'divan'ına amerikalı esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40 bin ispanyol doları ödüyor, trablusgarb'ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüd ediyordu.
yine türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan metnin hemen girişinde 'bu belge dünyanın hákimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, sultan mustafa han'ın oğlu sultan selim han'ın dikkatli nazarları altında imzalanmıştır. allah, o'nun hükmünü daimi kılsın' şeklindeki ifadelerin yeralmasıydı ve bu ifadeler, metni türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi.
amerika, 'garp ocakları'na vergisini 19. asrın ilk çeyreğine kadar ödemeye devam etti ama bu mükellefiyetten daha sonra güç kullanarak kurtuldu. trablusgarb paşası'nın 1801'de kendi başına amerika'ya savaş ilán etmesi üzerine bir amerikan donanması limanları bombaladı, sahile asker çıkardı. aynı gelişmeler daha sonra cezayir'de ve tunus'ta da yaşandı. 1824'e gelindiğinde, amerika, eyaletlerinmize vergi ödeme yükümlülüğünden artık tamamen kurtulmuştu!
amerika ile osmanlı eyaletleri arasında imzalanan bu metinler, amerikan diplomasi tarihinde 'barbary treaties' yani 'barbary anlaşmaları' olarak geçer. 'barbary' kelimesi, aslı 'barbarosa' olan ve 'kırmızı sakal' anlamına gelen 'barbaros'un kısaltılmışıdır, yani gerisinde barbaros hayreddin paşa'nın hatırası vardır ama bir görüşe göre de kuzey afrika'nın yerli halkı olan 'berberiler'den kaynaklanır.
bu anlaşmaların metinleri, yale üniversitesi hukuk fakültesi'nin başlattığı 'avalon projesi' çerçevesinde yayınlandı ve bir kısmı da dicle üniversitesi hukuk fakültesi doçentlerinden hasan tahsin fendoğlu'nun 'modernleşme bağlamında osmanlı-amerika ilişkileri' isimli kitabında yeraldı.
amerika ile türkiye arasındaki ilişkiler, amerika'nın bir zamanlar sadece vergi değil, üstelik 'haraç' mükellefimiz olmasıyla, işte böyle başlamıştı.
(kaynak: 20 temmuz 2003, hurriyet gazetesi, murat bardakci)
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=160446&yazarid=28&tarih=2003-07-20