Üç şifreli sandığın sırrı
Bundan otuz kırk yıl evvel. İsmi bilinmeyen bir mühendis hapse düşer. Her şeyden mahrumdur.
Cebrail Keleş / Kastamonu Postası / Her şey kısıtlanmıştır. Bir tek şey boldur. Hem de öylesine bol ki harcamakla bitmez. Zaman derler adına bir türlü geçmek bilmeyen görünmez şey.
Ne volta atarak ne konuşarak zaman geçer.
Bakar ki bazı mahkûmlar boncuktan kuş yapıyor, bazıları maket yapıyor, oyalanacak bir şey deyip o da ahşap üzerine çalışmaya başlar.
Önceleri zorlanır çünkü mühendis olarak teoride iyi olsa da pratikte hiç böyle bir iş yapmamıştır.
Ama zaman çoktur. Zeki bir insan olarak kısa sürede öğrenir. Ancak bir sorun vardır. Böylesine rutin işler bir müddet sonra sıkıcı olmaya başlar. Geçmek bilmeyen uzun saatlere, geride kalan uzun yıllara ilaç olmaz hale gelince o işi de bırakır. O’na göre değildir.
Bir gün gözü gibi baktığı koynunda sakladığı hatıralarının kaybolması, başkalarının elinde gezmesi O’na önce büyük acı sonra da ilham verir.
Hapishanede hatıralarını hapsedecek bir yol aramaya başlar.
Her türlü kilitli şeyin açılması buradakiler için üç beş saniyelerini almaktadır.
…
Yattığı ranzada, volta atarken avluda, bağlama dinlerken koğuşun ortasında günlerce düşünür.
Hiç bir iş yapmadan sadece düşünür.
Arkadaşları artık mühendis kafayı sıyırdı deyip uğraşmayı bırakırlar.
Aradan ne kadar zaman geçer bilinmez. Düşünmekten vazgeçer mühendis. Eline aldığı bir deftere ha bire bir şeyler yazıp çizmeye başlar. Kimse yine bir şeyler anlamaz.
Defter biter onun çizdiği şey bitmez. Sonunda bir sabah mühendisin yatağında yatmadığını görürler. Elindeki defterin yapraklarını bir bir yırtıp koğuşun ortasındaki sobada yakmaktadır.
Atölyede bir köşede herkesten uzakta mühendis yeniden çalışmaktadır. Kesiyor, biçiyor, ölçüyor ağaçtan tahtadan bir şeyler yapmaktadır. Kimse umursamaz yine bizim deli mühendis takmış kafayı bir şeylere deyip geçerler.
Aradan bir zaman geçince mühendisin yatağının başucunda tahtadan küçük bir sandık bulurlar.
Her tarafı kapalı bu sandığın ne kapağı vardır, ne anahtarı, ne kapısı.
Bir görüş günü bu sandığı gelen ailesine verir.
—Nedir bu der karısı,
—Ziynet sandığı der.
Ama benim bunun içine koyacak bir şeyim yok ki diyecek olur, -Ben içini doldurdum senin sadece açman gerekecek diye cevap verir.
Mühendis koğuşuna, Eşi evine döner.
Paketi açan karısı büyük bir sürprizle karşılaşır, kapısı kapağı olmayan bir sandık bulmuştur. Açmak için tüm gece uğraşır bulamaz. Artık her gece o sandıkla uğraştığı her an O’nu düşünür. Ona verdiği emeği, düşünür, üzerine oyduğu desenleri sever, bazen iki damla yaş düşer o desenlerin üzerine. Ne yaptıysa açamaz.
Gün gelir derler ki af çıkmış. Saçları ağarmış, gözlükleri iki numara büyümüş, beli birazcık bükük bir Mühendis elinde tahta bir valizle çıkagelir.
Uzun yılların hasretiyle sarılırlar sımsıkı.
Eşi elinde ziynet sandığı ile gelir. Ne kadar uğraştımsa açamadım. Nedir bunun içindeki mücevher, ziynet çok kıymetli şey ne olur aç çıldıracağım der.
Mühendis iki hareketle sandığın görünmez yerlerinde kapaklarını ortaya çıkarır. İçindeki gizli bir bölmeden bir anahtar çıkarır. Eşi hayret ve şaşkınlıkla izlemektedir.
Anahtarla sandığı açınca içinde ipek bir mendil çıkar.
Mühendis mendili eşine uzatır. Bunlar benim ziynetimdi bunlara kimse dokunmasın, kimse görmesin istedim. Onun için bu sandığı yaptım der.
İpek mendili sen ismimi işleyip nişanlılık günlerinde vermiştin o günden beri koynumda saklarım, bu fotoğraf ise ilk çektirdiğimiz fotoğraf.
Ya bu nedir der elinde mendil yaşlı gözlerle bakakalan eşi. Avucunda kuru birkaç yaprağı göstererek.
—O der sana ilk aşkımı ilan ettiğim gelincik tarlasından aldığım gelinciğin yapraklarıdır.
…
Münire Medresesinde Üç Şifreli Sandığı ve hikâyesini anlatan Mehmet Hamzaoğluna teşekkürlerimle.