Gönderen Konu: The Yazı ...  (Okunma sayısı 1316 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Eski Toprak Toyotacı
  • *****
    • Toyota Club Türkiye
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: 0+
  • Model Yılı: '13
  • 34 kere teşekkür etti
  • 25 kere teşekkür edildi
The Yazı ...
« : Mart 02, 2007, 17:42:19 »
Alıntıdır : Yılmaz Özdil. Sabah


The yazı...

Le Coin ve King Fisher'ın önünden yürüyerek, Biletix'e gittim,
Babylon'daki konser için Trakya All Stars Featuring Smadj'a yer ayırttım,
sonra, The House Cafe, Princess Hotel ve Moviplex'in yanından Zara'ya
çıktım, Schlotzsky's Deli, Massimo Dutti, Nine West ve Mc Donalds'ın
önünden, Burger King ve Marks&Spencer'ın olduğu tarafa geçtim, Lacoste
ve Mango'ya baktım, üşümüştüm, Starbucks'a daldım, macchiato büyük
geliyor, espresso tercih ettim, oradan D&R'ye girdim, Auto Show, Chip
ve Cosmopolitan aldım , Crown Cafe, Veni Vidi ve Norht Shield'in önünden
yürüyerek, New York Bagel Factory'e geldim, acıkmıştım, fast food severim,
ayıptır söylemesi, Philadelphia cream cheese'li bagel ve üstüne pancake
yedim, o sırada masada bulunan bir gazetenin Look ilavesine göz attım,
alışverişin zamanı diyor, iyi fikir, taksiye bindim, kapısında Taxi
yazıyor, önümde giden otomobilin arka camında da baby on board yazıyor,
Fenerium'un önünden, Nautilus'un solundan geçip, Capitol'un oraya çıktık,
trafik kilit, "oh my god" dedi şoför arkadaş, döndük mecburen, TEM'den
gideceğiz , Incity, Kent Plus, Uphill, My World, Moontown, Diamond,
Suncity ve Highpark'ın arasından köprüye çıktık, Mashattan sağımızda
kaldı, biz sola döndük, Metrocity'nin önünde indim, ağız alışkanlığı
"thank you" dedim şoföre, o da "see you" dedi bana, Metrocity'e girmedim ,
Harvey Nichols'ı merak ediyorum, Angelo Nardelli, Bally, Bashqua,
Carnevale, Perigot, Haaz, Fornarina, So Chic, Patrizia Pepe, Swarovski,
Scabal, Birkenstock, Cesare Paciotti, Furla, Shisly, Momtobe, Only,
Mandarina Duck, Via Pelle ve Kaloo'ya şöyle bir bakıp, Harvey Nichols'a
girdim, pahalı, daha bir halk tipi shopping center 'a gideyim dedim, şöyle
insanların gönlünce öldüğü, çocukların dövüldüğü falan bir yer, başka bir
Yellow Taxi 'ye bindim, radyoda Joy FM açıktı, şoför baktı ki bende Türk
tipi var, Power Türk'e çevirdi, Sivaslı Hadise stir me up'ı söylüyordu,
dinleye dinleye İstanbul'un biggest alışveriş merkezine geldim, Soleil,
Dry, Fleor, Bernardo, Tchibo, De Facto, Jujube, Saffio, Best, Jump, Sun,
Silver, Oxxo, Seven Hill, Evita, Bleu Petrol, Sunset, Oysho, Colors,
Perspective, Lovesyou, Fever, Little Big, Ravelli, Red Apple, Next, Miss
Trendy, Shoeroom, Lilies , hepsi çok güzel, Waly'de ayakkabımı boyatıp,
Flower'dan çiçek aldım, Advantage Platinum'u yanıma almayı unutmuşum,
Mastercard Gold ile ödedim, parayı öderken aklıma geldi, arada bir
çalışıyormuş gibi yapmak da lazım tabii, işe geldim.

Bugün yazmak istediğim konu şu...
Eurovision'a yabancı şarkı sözü ile katılırsak, kültürümüz rencide olur mu?





Toyota Club Türkiye

The Yazı ...
« : Mart 02, 2007, 17:42:19 »

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Eski Toprak Toyotacı
  • *****
  • Site Başçavuşu
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 52 kere teşekkür edildi
The Yazı ...
« Yanıtla #1 : Mart 02, 2007, 20:25:59 »
Yerli Malı ve Türkçe İsim Kullanmak


Bugünü kendime ayırdım. Bana sıkıntı veren her şeyden uzak duracağım.

Bozkurt'umla alışveriş yapacağım, gezeceğim, benim en yakın dostum bilgisayarımla ilgili alışveriş yapacağım. Onun için erken kalktım.
Önce radyoyu açmayı düşündüm, her sabah , "Bugün 15 Aralık 2005 Demirbank iyi günler diler" sözünü duyamayacağım artık.

Çünkü türlü entrikalarla Demirbank'ı batırıp, HSCB isimli bankaya peşkeş çekmiştik.

Şimdi Demirbank'ın yerinde yeller esiyor. HSCB bankası ise Ermeni diasporasının toplantılarını finanse ediyor.

Hem, radyo açsam bile hangisini açacağım ki... Radyoların isimlerini şöyle bir düşünüyorum. Joy FM, Power FM, Show Radyo, Radyo Viva, Radyo Forex, Super FM...

Neyse bu isimleri düşündükçe radyo açmaktan vazgeçiyorum. En azından haberleri dinleyip çıkayım istiyorum. Televizyon kanallarını bir tarıyorum. Star, CBS; Show, CNN Türk, CNBC-e,
vs. vs. bu arada ufak yeğenim uyanmış, bana "Fox Kids'i açsana dayı" diyor.
"O da ne oğlum?" diyorum, "Çizgi film kanalı dayı" diye cevap veriyor. Kızıyorum, televizyon açmaktan da vazgeçtim.

"Bugün alışverişe gideceğiz" diyorum. Bozkurt’um çok seviniyor. Kıyafet almam lazım oğluma.

El ele tutuşup, evden çıkıyoruz. Hemen bir taksi çağırıyorum. Taksinin hemen ön tarafında "No smoking" yazısını görüyorum. Ama bir şey söylemiyorum. Önce alışveriş merkezlerine şöyle bir bakıyoruz. "Center"li, "Show Room"lu mağazaların önünden geçip çocuk kıyafetleri satan bir yere
giriyoruz. Bozkurtum’a kıyafet alacağımı söylüyorum. Tezgâhtar, "LC Waikiki", "United Colours of benetton", "Levi's", "Sunset" vs. vs. bu markaların hangisini tercih edersiniz diyor.
"Hiç birini" diyorum.

Türk markası arıyorum mağazalarda, büyük çoğunluğunun üzerinde Amerikan ve İngiliz bayrakları var. Çocukların daha küçük yaşta nasıl özendirildiklerini ve aşağılık kompleksi
oluşturulduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanının hanımı da göğsünde Amerikan bayraklı tişörtüyle gazetecilere poz vermemiş miydi?
Bu neyin aşağılık kompleksiydi?

Türkiye'yi Amerikan'ın 52. eyaleti gören bir zihniyetin bakanının eşi miydi bu kişi?

Neyse yine siyasete kafam dalıp gidiyorum. Ama mağazalarda Türkçe yazılı bir tişört bulamadığımız gibi yazısız da bir tişört bulamadık. Çünkü tamamında İngilizce yazılar vardı. "Oğlum sana bugün kıyafet alamayacağız" dedim. Oğlum anlayışlı "tamam baba" dedi.
"Baba o zaman bana bilgisayar oyunu al" dedi. Bilgisayar oyunları satan bir "Shop" a girdik. Oyunların markaları;
"Konami", "Valve", "Sıerra", "Üniversal" oyunların isimleri ise, "Halp-Life 2", "Winning Eleven 7", "Brothers in arms", "Snowblind", "Manger" vs. vs.

"Oğlum hiç Türkçe oyun yok mu?" diyorum.

"Baba tek Türkçe oyun Cumhuriyet oyunu, onu da defalarca oynadım başka oyun yok" diyor.

Anlaşılan geleceğimiz olan çocuklarımıza hiçbir konuda Türkçe bir şey alamayacağız. Bari ben bilgisayarcıdan bir "klavye" alayım diyorum. Giriyoruz, "F" klavye var mı?" diyorum. "EF klavye yok.

Abi ne yapacaksın EF klavyeyi, "Q" dörtte bir fiyatına" diyor. "Ben "EF" değil, "F" klavye olduğunu, bu klavyenin millî klavyemiz olduğunu Türkçe en çok kullanılan harflere göre tasarlandığını söylüyorum.

"Abi seninle tartışacak 'modda' değilim" diyor. "O ne demek" deyince "Yaa abi bela mısın çek git işine" diyor. Anlaşılan "klavye" de alamayacağız. Tekrar dışarı çıkıyoruz.

Bozkurtum "Baba karnım açıktı" diyor. Şöyle çevremde yemek yiyecek nereler var diye bir bakıyorum.

" "Mc Donald's", "Burger King", "Kentucy Fried chicken" "Domino's Pizza", "Pizza Hut"
anlaşılan yemek de yiyemeyeceğiz. Bozkurtuma "oğlum ben seni eve bırakayım" diyorum. Yola koyuluyoruz.

Yolumuz üzerinde "Hospital" yazısını okuyan Çağrı, "Baba Hospital ne demek?" diyor. Ben de "Hastane demek" diyorum. "Niye hastane yazmıyorlar?" deyince, "Yabancılar da anlasın diye yazmışlar" diyebiliyorum. Hemen ikinci soru geliyor: "Yabancılar çok mu Türkiye'de?", "Oğlum kafası kültürümüze yabancı çok insan var" diyebiliyorum. Bozkurtumu eve bırakıp ben alışverişe devam etmek istiyorum.

Bilgisayar etiketi lazım. Onu almak için kırtasiyeciye giriyorum. "Bunu ancak "Metro" veya "Carrefoure" da bulursun" diyor.

"Metro"ya gidiyorum. Bilgisayar etiketlerine bakıyorum. Hepsi yabancı marka, "yerli yok mu?" diyorum.
"Olanlar bunlar" diyor. Alacağım etiket fiyatı, "39 milyon" aynı etiketin yerlisi ise 8 milyon ama bulmak ne mümkün. Yerli mallarımızı üretenler işte bu yüzden fabrikalarını teker teker kapatıyorlar.

Kafam iyice kızdı. Artık tansiyonunda yükselmeye başladı......hissediyorum....etiket almaktan da vazgeçip belediye otobüsüne bindim. Otobüs ilerlerken yol üzerindeki üst geçitlerin üzerinde "Welcome to İstanbul" yazıyor.

Düşünüyorum. Acaba hangi ülkede kendi lisanından başka bir lisanda hoş geldin yazısı yazılıdır. Mesela, Londra'da böyle bir yazı görebilir misiniz? Yahut, Berlin'de, Paris'te..

Ben size söyleyeyim bu yazıyı görseniz görseniz, sömürge
ülkelerinde görürsünüz. Başka hiçbir ülkede göremezsiniz.

Yine yol üzerinde, "Winhouse","Prestige mağazaları", "Tiffany", "Big Star" gibi birçok mağazaların önünde geçiyorum.

Bunları düşünürken, son durağa geliyoruz. Vapura bineceğim. Ama vapur kaçmış, gazete bayisine bir göz atıyorum. "Aktüel", "Focus", "Formsaite", "Marie claire", "Geo" dergilere bakmaktan da vazgeçiyorum. İskeleye giriyorum, orada yolcuların alabileceği dergiler var. Ücretsiz dağıtılıyor.

"Sealife" derginin adı. Millî havayolumuzun dergisinin adı aklıma geliyor. "Skylife". Evet denizcilik işletmelerimizin dergisinin adı da, havayollarımızın dergisinin adı da İngilizce. Vay ülkem vay...

Artık onu da okumayacağım.

Vapurdan iniyorum. Hemen yolumun üzerinde, " Fortis" bankasının tabelası burnumuzun dibinde.

Yılların Dışbank'ı da "Fortis" olmuş. Bütün Türkiye'de tabelalarını asmış... Bu bankanın PKK'nın kullandığı mayınları üreten firmaya ortak olduğu bütün internet sitelerinde dolaşıyor. Ama bankadan tık ses yok. Bu bankayı her gördüğümde, şehitlerimiz ve gazilerimiz aklıma geliyor.. Onlara ne diyeceğiz?

Siyaset yapmayacağım bugün diyorum yine kendi kendime. "Bari bir arkadaşıma uğrayayım, soluklanayım"
diyorum. "Kastel" Han'daki arkadaşıma uğruyorum. "ne içersin" diyor. "Nescafe", "Capuccino", "Cola" ...
ben "çay " diyorum. arkadaş "Kettle"da su ısıtıyorum, her şey anında hazır" diyor.

Isıttığı suyu fincana boşaltıyor "Lipton"u koyuyor.

Ahhh diyorum, nerede bizim Rize Çayımız ama, nafile artık İngiliz usulü çayımızı içmek zorunda kalıyoruz. Oradan da izin isteyip aynı handaki başka arkadaşıma uğruyorum. O arkadaşım gözlükçü, "İşler nasıl" diyorum. "berbat" diyor bu sektörde 29 millî fabrikamız vardı, hepsi kapandı. Şimdi bütün gözlüklerimiz yurtdışından geliyor. Oyuncak piyasası öyle, ayakkabı piyasası öyle" diyor. Sinirlerimiz iyice gerginleşmiş bir vaziyette ilerliyorum.

Köşede "Gorbis Fast Food" yanında "Net room Cafe" onun yanında da "Call Shop" var. Onun yanından da Orsep Otel ve Metropol oteli geçip bir soluk alıyorum.

Gazeteleri şöyle bir karıştırıyorum. Türk Dil Kurumu başkanımız Prof. Dr. Şükrü Akalın'ın açıklaması var.
gazetede. "Türkçe sözlüklere büyük ilgi var"

Bu habere üzüleyim mi sevineyim mi bilmiyorum.

Çünkü artık, "Sözlüksüz Türkçe konuşamaz, yazamaz olmuşuz"

(Yazı baştan sona alıntıdır.Sahibi takma ad kullandığından ve kendisine ulaşamadığımdan izinsiz kullanıyorum.Bundan dolayı kendisinden özür diliyorum.Böyle bir yazıyı kaleme aldığından dolayı da teşekkür ediyorum.)

(Gizli Üye)

  • Ziyaretçi
The Yazı ...
« Yanıtla #2 : Mart 02, 2007, 22:43:01 »
gercekten farkında olmadan cok yabancı kelıme kullanıyoruz.tdk munun bısıler yapması lazım.yabancı sozcuklerın anlamıynı karsılayan turkce kelımeler yayınlasa sureklı cok ıyı olur...yayınladıkları bıraz sonuk kalıyor

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Fanatik Toyotacı
  • ****
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: ---
The Yazı ...
« Yanıtla #3 : Mart 02, 2007, 23:23:29 »
Son bir haftadır kullanmaya başladığım Pardus ile iletişimim çok ilginç  Hep ingilizce windows kullandığımdan şimdi bu programın arı dili, türkçe karşılıkları gibi konulara alışıyorum.

Bu beyin fırtınasını bir de prof.ahmet ercan'ın sitesini gezerken yaşamıştım. Saf, arı türkçemiz , biraz kafa karıştırsa da çok güzel
--dünya dönüyor--

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Fanatik Toyotacı
  • ****
  • Araç: ---
  • Kan Grubu: ---
The Yazı ...
« Yanıtla #4 : Mart 03, 2007, 03:16:29 »
Alıntı yapılan: Dağhan Baştuğ
Yerli Malı ve Türkçe İsim Kullanmak
Bugünü kendime ayırdım. Bana sıkıntı veren her şeyden uzak duracağım.

Bozkurt'umla alışveriş yapacağım, gezeceğim, benim en yakın dostum bilgisayarımla ilgili alışveriş yapacağım. Onun için erken kalktım.
Önce radyoyu açmayı düşündüm, her sabah , "Bugün 15 Aralık 2005 Demirbank iyi günler diler" sözünü duyamayacağım artık.

Çünkü türlü entrikalarla Demirbank'ı batırıp, HSCB isimli bankaya peşkeş çekmiştik.

Şimdi Demirbank'ın yerinde yeller esiyor. HSCB bankası ise Ermeni diasporasının toplantılarını finanse ediyor.

Hem, radyo açsam bile hangisini açacağım ki... Radyoların isimlerini şöyle bir düşünüyorum. Joy FM, Power FM, Show Radyo, Radyo Viva, Radyo Forex, Super FM...

Neyse bu isimleri düşündükçe radyo açmaktan vazgeçiyorum. En azından haberleri dinleyip çıkayım istiyorum. Televizyon kanallarını bir tarıyorum. Star, CBS; Show, CNN Türk, CNBC-e,
vs. vs. bu arada ufak yeğenim uyanmış, bana "Fox Kids'i açsana dayı" diyor.
"O da ne oğlum?" diyorum, "Çizgi film kanalı dayı" diye cevap veriyor. Kızıyorum, televizyon açmaktan da vazgeçtim.

"Bugün alışverişe gideceğiz" diyorum. Bozkurt’um çok seviniyor. Kıyafet almam lazım oğluma.

El ele tutuşup, evden çıkıyoruz. Hemen bir taksi çağırıyorum. Taksinin hemen ön tarafında "No smoking" yazısını görüyorum. Ama bir şey söylemiyorum. Önce alışveriş merkezlerine şöyle bir bakıyoruz. "Center"li, "Show Room"lu mağazaların önünden geçip çocuk kıyafetleri satan bir yere
giriyoruz. Bozkurtum’a kıyafet alacağımı söylüyorum. Tezgâhtar, "LC Waikiki", "United Colours of benetton", "Levi's", "Sunset" vs. vs. bu markaların hangisini tercih edersiniz diyor.
"Hiç birini" diyorum.

Türk markası arıyorum mağazalarda, büyük çoğunluğunun üzerinde Amerikan ve İngiliz bayrakları var. Çocukların daha küçük yaşta nasıl özendirildiklerini ve aşağılık kompleksi
oluşturulduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanının hanımı da göğsünde Amerikan bayraklı tişörtüyle gazetecilere poz vermemiş miydi?
Bu neyin aşağılık kompleksiydi?

Türkiye'yi Amerikan'ın 52. eyaleti gören bir zihniyetin bakanının eşi miydi bu kişi?

Neyse yine siyasete kafam dalıp gidiyorum. Ama mağazalarda Türkçe yazılı bir tişört bulamadığımız gibi yazısız da bir tişört bulamadık. Çünkü tamamında İngilizce yazılar vardı. "Oğlum sana bugün kıyafet alamayacağız" dedim. Oğlum anlayışlı "tamam baba" dedi.
"Baba o zaman bana bilgisayar oyunu al" dedi. Bilgisayar oyunları satan bir "Shop" a girdik. Oyunların markaları;
"Konami", "Valve", "Sıerra", "Üniversal" oyunların isimleri ise, "Halp-Life 2", "Winning Eleven 7", "Brothers in arms", "Snowblind", "Manger" vs. vs.

"Oğlum hiç Türkçe oyun yok mu?" diyorum.

"Baba tek Türkçe oyun Cumhuriyet oyunu, onu da defalarca oynadım başka oyun yok" diyor.

Anlaşılan geleceğimiz olan çocuklarımıza hiçbir konuda Türkçe bir şey alamayacağız. Bari ben bilgisayarcıdan bir "klavye" alayım diyorum. Giriyoruz, "F" klavye var mı?" diyorum. "EF klavye yok.

Abi ne yapacaksın EF klavyeyi, "Q" dörtte bir fiyatına" diyor. "Ben "EF" değil, "F" klavye olduğunu, bu klavyenin millî klavyemiz olduğunu Türkçe en çok kullanılan harflere göre tasarlandığını söylüyorum.

"Abi seninle tartışacak 'modda' değilim" diyor. "O ne demek" deyince "Yaa abi bela mısın çek git işine" diyor. Anlaşılan "klavye" de alamayacağız. Tekrar dışarı çıkıyoruz.

Bozkurtum "Baba karnım açıktı" diyor. Şöyle çevremde yemek yiyecek nereler var diye bir bakıyorum.

" "Mc Donald's", "Burger King", "Kentucy Fried chicken" "Domino's Pizza", "Pizza Hut"
anlaşılan yemek de yiyemeyeceğiz. Bozkurtuma "oğlum ben seni eve bırakayım" diyorum. Yola koyuluyoruz.

Yolumuz üzerinde "Hospital" yazısını okuyan Çağrı, "Baba Hospital ne demek?" diyor. Ben de "Hastane demek" diyorum. "Niye hastane yazmıyorlar?" deyince, "Yabancılar da anlasın diye yazmışlar" diyebiliyorum. Hemen ikinci soru geliyor: "Yabancılar çok mu Türkiye'de?", "Oğlum kafası kültürümüze yabancı çok insan var" diyebiliyorum. Bozkurtumu eve bırakıp ben alışverişe devam etmek istiyorum.

Bilgisayar etiketi lazım. Onu almak için kırtasiyeciye giriyorum. "Bunu ancak "Metro" veya "Carrefoure" da bulursun" diyor.

"Metro"ya gidiyorum. Bilgisayar etiketlerine bakıyorum. Hepsi yabancı marka, "yerli yok mu?" diyorum.
"Olanlar bunlar" diyor. Alacağım etiket fiyatı, "39 milyon" aynı etiketin yerlisi ise 8 milyon ama bulmak ne mümkün. Yerli mallarımızı üretenler işte bu yüzden fabrikalarını teker teker kapatıyorlar.

Kafam iyice kızdı. Artık tansiyonunda yükselmeye başladı......hissediyorum....etiket almaktan da vazgeçip belediye otobüsüne bindim. Otobüs ilerlerken yol üzerindeki üst geçitlerin üzerinde "Welcome to İstanbul" yazıyor.

Düşünüyorum. Acaba hangi ülkede kendi lisanından başka bir lisanda hoş geldin yazısı yazılıdır. Mesela, Londra'da böyle bir yazı görebilir misiniz? Yahut, Berlin'de, Paris'te..

Ben size söyleyeyim bu yazıyı görseniz görseniz, sömürge
ülkelerinde görürsünüz. Başka hiçbir ülkede göremezsiniz.

Yine yol üzerinde, "Winhouse","Prestige mağazaları", "Tiffany", "Big Star" gibi birçok mağazaların önünde geçiyorum.

Bunları düşünürken, son durağa geliyoruz. Vapura bineceğim. Ama vapur kaçmış, gazete bayisine bir göz atıyorum. "Aktüel", "Focus", "Formsaite", "Marie claire", "Geo" dergilere bakmaktan da vazgeçiyorum. İskeleye giriyorum, orada yolcuların alabileceği dergiler var. Ücretsiz dağıtılıyor.

"Sealife" derginin adı. Millî havayolumuzun dergisinin adı aklıma geliyor. "Skylife". Evet denizcilik işletmelerimizin dergisinin adı da, havayollarımızın dergisinin adı da İngilizce. Vay ülkem vay...

Artık onu da okumayacağım.

Vapurdan iniyorum. Hemen yolumun üzerinde, " Fortis" bankasının tabelası burnumuzun dibinde.

Yılların Dışbank'ı da "Fortis" olmuş. Bütün Türkiye'de tabelalarını asmış... Bu bankanın PKK'nın kullandığı mayınları üreten firmaya ortak olduğu bütün internet sitelerinde dolaşıyor. Ama bankadan tık ses yok. Bu bankayı her gördüğümde, şehitlerimiz ve gazilerimiz aklıma geliyor.. Onlara ne diyeceğiz?

Siyaset yapmayacağım bugün diyorum yine kendi kendime. "Bari bir arkadaşıma uğrayayım, soluklanayım"
diyorum. "Kastel" Han'daki arkadaşıma uğruyorum. "ne içersin" diyor. "Nescafe", "Capuccino", "Cola" ...
ben "çay " diyorum. arkadaş "Kettle"da su ısıtıyorum, her şey anında hazır" diyor.

Isıttığı suyu fincana boşaltıyor "Lipton"u koyuyor.

Ahhh diyorum, nerede bizim Rize Çayımız ama, nafile artık İngiliz usulü çayımızı içmek zorunda kalıyoruz. Oradan da izin isteyip aynı handaki başka arkadaşıma uğruyorum. O arkadaşım gözlükçü, "İşler nasıl" diyorum. "berbat" diyor bu sektörde 29 millî fabrikamız vardı, hepsi kapandı. Şimdi bütün gözlüklerimiz yurtdışından geliyor. Oyuncak piyasası öyle, ayakkabı piyasası öyle" diyor. Sinirlerimiz iyice gerginleşmiş bir vaziyette ilerliyorum.

Köşede "Gorbis Fast Food" yanında "Net room Cafe" onun yanında da "Call Shop" var. Onun yanından da Orsep Otel ve Metropol oteli geçip bir soluk alıyorum.

Gazeteleri şöyle bir karıştırıyorum. Türk Dil Kurumu başkanımız Prof. Dr. Şükrü Akalın'ın açıklaması var.
gazetede. "Türkçe sözlüklere büyük ilgi var"

Bu habere üzüleyim mi sevineyim mi bilmiyorum.

Çünkü artık, "Sözlüksüz Türkçe konuşamaz, yazamaz olmuşuz"

(Yazı baştan sona alıntıdır.Sahibi takma ad kullandığından ve kendisine ulaşamadığımdan izinsiz kullanıyorum.Bundan dolayı kendisinden özür diliyorum.Böyle bir yazıyı kaleme aldığından dolayı da teşekkür ediyorum.)
[/quote]



Dağhan Bey gözlerime inanamıyorum... Bu yazıyı siz mi onayladınız? Hrant Dink yazısında ülkemiz toprakları satılıyor, fabrikalarımız kapanıyor dediğim de benim bu fikrimi, hiç de önemsemiyordunuz? Hatta benimle dalga bile geçmiştiniz. Artık çok geç...Ülkemizi yavaş yavaş kaybediyoruz! Bu belki duymak istemediğimiz bir gerçek. Bu kadar içimize yabancılar işlemişken üzgünüm ama biz ne Türkiye'mizi ne de Türkçe'mizi zor buluruz.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Eski Toprak Toyotacı
  • *****
  • Site Başçavuşu
  • Araç: Başka Marka
  • Kan Grubu: A+
  • Model Yılı: -
  • 52 kere teşekkür edildi
The Yazı ...
« Yanıtla #5 : Mart 04, 2007, 23:41:17 »
Benimle ilgili bu kanınızı tamamen beni tanımamanıza bağlıyorum.
Yabancı fabrikalar tabiki de açılmalı.Ama Türk malı dururken yabancı mümkün olduğunca almam.
Karşı çıktığım şey, Türk malının kalitesini bilmeyen ve yabancı mal almak için can çekişen genç grup.
Ve bu gruba yaranmak için Türk olup da, adlarını (genellikle) ingilizce yapan şirketler, lokantalar vb...

Ayrıca sizinle o konuda dalga filan geçmedim.'Yeni bir Atatürk gelecek ki ülke kurtulsun' demişsiniz.
Ben de, 'Neden ben, sen o Atatürk olmayalım!' demiştim.

Bana darıldığınız başka konu varsa, özel mesaj atarsanız sevinirim.
Konunun dışına çıkmayalım 'Hrant Dink' konusundaki gibi...