Gönderen Konu: Yaşlı Toprak  (Okunma sayısı 1254 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı (Gizli Üye)

  • Aktif Toyotacı
  • **
  • Araç: Corolla
  • Kan Grubu: AB+
  • 3 kere teşekkür etti
Yaşlı Toprak
« : Aralık 30, 2009, 09:39:42 »
Yaşlı Toprak

(Nineannem Emine Yanık’a…)
 
“Yüz yıldır bu köyde yaşadım oğul. Belki yüzden de çok. O yıllarda kayıtlar tam tutulmazdı. Bilmem ki…
 Kimleri görmedim bu bir asır içinde…
 Yukarıbağı , Sıçankayran’ı ellerimle açtım. Kirizmasını ellerimle yaptım yıllarca.  Çatalkayayı da…
Sırtımdan geçti bu evin tüm ağaçları, taşları…
O, büyük depremde nasıl çırpındım.
Dilmek için ağaçları, ben tuttum hızarın bir ucundan.
 
Gel diyorsun Karabük’e.
İyi, geleyim, rahat edeyim istiyorsun yanınızda.
 Eder miyim dersin, oğul? İçim elverir mi? Geceleri yatağımdan çekmez mi bu köy beni kendisine.
 Dedenizin ruhu kalkıp gelmez mi, o, benim bulunmadığım evimize?... Kilitli görünce kapımızı acı içinde kıvranmaz mı?
İsteme oğul, isteme benden. Gelemem sizinle. Gelemem ya, size de kalın diyemem ama unutmayın derim köyünüzü.
Unutmayın oğul, unutmayın…”
 
Kalkıp bir kez daha öpmek istiyorum o yumuşacık yanaklarından. Yıkamadan önce giydirmiyorlar giysisini.
 Gidemiyorum kadınların arasına.
 O geliyor az sonra kar taneleriyle ateşin birleştiği yerden. Elleri geziniyor yüzümde. Ürperiyorum. Oysa, yüzümde çıkan bir yara için üç saat ötedeki köyün ocağına sırtında taşımıştı beni. O zaman elleri sıcacıktı. Yaşlı bir kadın uzun uzun okumuş, yüzüme bazı çamurlar sıvamıştı. Sonra kalkıp gelmiştik köyümüze. Sırtından hiç inmemiştim.
Hiç düğen sürdürmezdi bana ve kardeşlerime. “Oğullarım yanmasın” derdi. Kızgın güneş altında döner dururdu saatler, günler boyunca. “Ah” dediğini duymadım bir kez olsun.
 
“Oğul ı-ıhhh demek istemedim size de babanıza da…
Sağolum, beni hep düşündünüz. Alıp götürmek istediniz beni yanınıza. Gelemedim. Bir nedeni yoktu. Sadece köyümü bırakamadım. Kiminiz çalışmaya, kiminiz okumaya gidince geceler boyu dualar ettim. Dedenizin ruhuyla oldum koca evin içinde.
 Yıllarca onunla konuştuk ocağın başında, yanan odunun çıtırtılarını dinleyerek.
Arada bir geldiğinizde köye nasıl da sevinirdim. Sonra, her sevincin ardından dönüşünüzde üzüntü dolardı yüreğime. Dönüşünüze dayanamazdım.
Hep dualar ettim beş vakit sizler için. Okusunlar, adam olsunlar diyerek. Zabit… Öğretmen… Oldunuz da…
Dedeniz de görsün isterdim. Göremedi zavallıcık.
 Yıllarca Çanakkale, Yemen, Atatürk’ün savaşlarında savaştıktan sonra mürüvvetinizi görecek kadar yaşayamadı. Dayanamadı her savaşa dayanan yüreği.
 O oralrda savaştı, ben de köyde savaştım hayatla… Hangimizin savaşı daha yamandı bilemem işte.
Neyse siz beni koyun gidin ekmeğinizin olduğu yerlere. Ben gelemem. Fakat unutmayın bu toprakları oğul, unutmayın. Bu köyün her karış toprağında tırnaklarımın izleri vardır. Emeğim, ak saçlarım, acılarım vardır.
 Nereye giderseniz gidin oğul, yeter ki yılda bir olsun tüttürün bu bacayı.”
 
Kar hızlanıyor.
Üşüyorum.
 Nedense dedemi anımsıyorum durmadan.
Nineannemi, gelip alacakmış gibi bir duyguya kapılıyorum. Gözlerim caminin önündeki çeşmeye doğru kayıyor. Kardeşlerimde olsalardı yanımda, diye düşünüyorum. Oysa hepsi de o kadar uzaklardalar ki… Haber bile veremedim. Bu kışta tüm yollar kapalı… Hele köyün yolu tam bir felaket. Nasıl çıktığımızı bir ben bilirim.
Çerçen köyünde bulunan halam gelebilir mi acaba?
 Bilemem…
Gelmez sanıyorum.
Yıllar var ki çalmadı kapısını anasının. Yani Nineannemin…
 
“Toprak çeker oğul, toprak çeker. Bak, babanız bile kırk yıl sonra emekli olur olmaz geldi köyümüze. O hiçbir şeye benzemez. Bir zaman gelir, herkes açar bu evin kapısını.
Ben neden korkardım oğul bilir misin? Gecenin bir vaktinde ölürüm de günlerce kimsenin haberi olmaz diye korkardım. Oysa babanız da, ananız da yanımdaydılar çok şükür, son nefesimde. Ananızın elinden içtim son yudum suyumu. Mutlu gidiyorum oğul. Ağlamayın sakın. Ağlamaya değer mi? Evim, toprağım, köyüm, emeğimin hakkını son soluğumda aldım oğul. Sizler sağolun…”
 
Su ısındı, dedim anama.
Getirdiler, avluda yıkadılar kadınlar.
Sardılar, sarmaladılar.
Sabaha dek okudular başında.
 Üçbuçuk aydır bıraktığım sigaraya yeniden başladım o gece.
Hiç uyumadım…
 
Öğle namazından sonra dedemin  koynuna doğru açılan çukura, gerdeğe girercesine girdi.
 Kapısını elbirliğiyle örttük.
O artık hem kocasının hem de toprağının koynunda uyuyacaktı sonsuza kadar.
Herkesten sonra ayrıldım köyden. Yalnız başıma ve yürüyerek indim Çevrikköprü’ye. Yol boyunca yıllar öncesini, çocukluğumu yaşadım bir kez daha.
Köyden her ayrılışımda Öteharman’ın ucuna kadar gelir, ben Omoro’nun Bağı’nın yakınında gözden kayboluncaya kadar ağıt yakardı arkamdan. Döner döner el sallardım yaşlı gözlerle.
 O’nun için köyden ayrılmak İstanbul’a işe gitmekti.
Yemen’e savaşa gitmekti.
“Atatürk Savaşı’na” gitmekti. Kurtuıluş Savaşı’na öyle derdi rahmetli.
 Yine her adımda geri dönerek baktım ama, o tepe boştu. Oysa sesi hep kulaklarımdaydı otuz yıl öncesi gibi:
“Gitmen demem oğul. Demem ya, unutmayın derim bu toprakları oğul. Unutmayınnnnnn….”
 
(Ekin Sanat dergisi)
(Ocak-Şubat 1985 Yıl:3 Sayı: 37)
Yazar  : Mustafa Yanık
http://www.kirmizimavi.org/forum/index.php  --- Mavi Ateş --- Kardemir Karabükspor

Toyota Club Türkiye

Yaşlı Toprak
« : Aralık 30, 2009, 09:39:42 »