Başka bir siteye yazdığım yazıdan alıntı. Sizin okumamanıza gönlüm elvermedi.
Ankara'nın yıllardır süren yol çilesini, Ankaralının köstebek yuvası yollara mecbur olmadığını, diğer büyük şehirleri gören her Ankaralı bilir. Çözümü değil de, günü kurtarmayı amaçlayan "asfaltlama" çalışmalarının aslında ne kadar desteksiz çalışmalar olduğunu, ne kadar büyük savurganlık olduğunu artık yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor. Resimleri inceleyin lütfen...

2006 yazında Eryaman'ın belli başlı caddeleri "asfaltlandı". Asfaltın kendisinden önce "Asfaltınız hayırlı olsun" yazılı, belediye başkanı imzalı afişleri geldi. Afişin gelmesinden haftalar sonra asfaltın kendisi de geldi. Bir o kadar süre daha geçtikten sonra ise silindirleme ve ayrıntı işleri büyük oranda tamamlandı. Hala daha zemin bozuklukları tamamen giderilmiş değil.
Asıl vahim olan da şu ki, yollarımız milyonlarca lira ve binlerce ton petrol ürünü harcanarak asfaltlanıyor, ama gerçek bir YOL haline gelemiyor. Toprağın üzerini su geçirmez bir kaplamayla kapattığınız zaman suya da akacak mecra vermek zorundasınız. Bunu yapmadığınız zaman bırakın altgeçitleri, eğimsiz yolları bile işte böyle su basar. Bu, Büyükşehir Belediyesi'nin yayın organında Avrupa başkentlerinde yaşanmış felaketlere atıfta bulunarak iddia ettiği gibi olağan değildir.
Şimdi basit ve anlaşılır bir dille yağmur drenajı yapılmamış bir yolun başına neler geleceğini anlatacağım:
1) Yağmur suyu akacak yer bulamaz, akabildiği en düşük seviyede birikir ve bekler. Biriken suyun deinliği yağmurun insafına kalmıştır. Resimdeki gibi otomobiller türlü tehlikeler atlatır çünkü suyun dibindeki çukurlar görünmez, su çok derinse motorunuz stop eder ve trafiğin ortasına mahsur kalırsınız, yayalar karşıya geçemez vb.
2) Bekleyen yağmur suyu asfaltın içine nüfuz eder. Asfaltın altına inen su;
a ) kışın donar, genleşir ve asfaltı çatlatarak parçalar.
b ) temel tabakasını aşındırarak üst tabakanın çökmesine yol açar.
Her ilkbaharda yollarımızın dev çukurlar, göçükler ve çatlaklarla dolu olmasının nedeni budur.
3) Üstte saydığım olaylar birleşir, dibi görünmeyen su birikintisinin altında derin çukurlar açılır. Çukuru göremeyen sürücü taşıtını henüz açılmış çukura düşürür, binlerce liralık masrafa girer.
4) Taşıtlar biriken suları sıçratır, kaldırımdaki yayalar ıslanır. Yayaların ıslanmasının suçlusu bunu hesap edemeyen sürücü değil, suyu tahliye edemeyen yoldur.
Şimdi de nihai sonuca gelelim:
1) Çukurlardan dolayı yaşanan kazalar nedeniyle birincil olarak milli servet, ikincil olarak da kasko primlerinin yükselmesinden dolayı vatandaş zarar görür. Ülkemizde kaza istatistiğini Emniyet Genel Müdürlüğü tutar. Emniyetimizin kitabında "yol kusuru" şeklinde net olarak tanımlanmış bir kusur kategorisi yoktur. Dolayısıyla yol kusuru nedeniyle oluşan kazalarda, kazanın birincil nedeni istatistiğe yansımamaktadır. Bu da asıl sorunun hem genel, hem de bölgesel olarak teşhis edilmesini zorlaştırır. Oturduğumuz konutların, kullandığımız ulaşım araçlarının kalitesi her geçen gün artmaktadır. Ama buna paralelel olarak şehirlerimizin de fiziksel kalitesinin artması gerekir. Gerçek ise tam tersidir, kalite düşmektedir. Yol kusurları genel olarak apayrı bir inceleme konusudur, bu konuyu kısa kesiyorum.
2) Her tarafı ıslanan otomobiller daha erken paslanır, milli servet ve otomobil sahipleri zarar görür. Oluşan arızalar da cabası.
3) Ulaşımın aksamasından dolayı oluşan işgücü kaybının hesaplanması için bugüne kadar ciddi bir girişimde bulunulmamıştır. Ama bu kaybın ülke ölçeğinde her yıl milyar YTL seviyelerinde olacağı apaçıktır.
4) Yayaların ulaşımı ve sağlığı da tehlikeye girdiğinden, rakamlarla ifade edilemeyen bir gösterge olan şehrin "huzur"u zarar görür.